R’lerle İmtihanım

0
666
R'lerle İmtihanım
R'lerle İmtihanım

Buradan açık ve seçik olarak ilan ediyorum ki, iktidarı elime geçirirsem, kesinlikle ilk yapacağım iş, alfabeye bir ayar vermek olacak. Ne o 29 harf, biraz kısalım. Hem alfabe dediğin 28 harften oluşmalı ve içinde asla R diye bir harf olmamalı.

Şimdi bazı muhalifler “R harfini söyleyemiyor, öcünü alfabeden alacak” diye aleyhime konuşabilirler, asla onlara inanmayın. Yok öyle bir şey. Hani R’leri söyleyemediğim doğrudur. Gıcık olduğum bazı bilim insanları var, o da doğrudur. R’leri söyleyemeyenlere, yani küçücük de olsa, mini minnacık da olsa konuşma bozukluğuna “Rotasizm” demelerini nasıl iyi niyetle bağdaştıracağız ki…

Kardeşim dalga mı geçiyorsunuz, adam  mı seçiyorsunuz. Şuna “Yotasizm” deseniz olmaz mı, ne o denizde yol mu buluyorsunuz…

O değil de, çocukluğumda akranlarım da dâhil olmak üzere, bana R’yi söyletmeyi kendisine en kutsal vazife bilmiş kızlar vardı, erkekler vardı, ağabeyler vardı, amcalar vardı, hatta dedeler vardı, nineler vardı, ama hepsinin cümlesi ortaktı; R de bakim…

Bunu söylerken de dillerini ağızlarının içinde acayip şekilde çevirir, midemi bulandırırlardı. Dili dönmüyor derlerdi, fır dönüyordu benim dilim ama R’nin yerine uğradığı yoktu, hepsi bu.

Biraz büyümeye başlayınca Fransızca’yı sevdim ama tek sorun onlar R yerine Ğ diyorlardı, oysa ben Y diyordu.

Mustafa diye bir arkadaşım vardı, o Fransızca konusunda hiç zorlanmazdı, R yerine Ğ deyip, işin içinde sıyrılırdı. Tabii ki Türkçe de aynı sorun devam edip gidiyordu, Ğ’ırlaya Ğ’ırlaya…

Fransızca bana uygun değildi, çünkü herhalde, galiba, sanırsam R yerine Y demeyi kendi özgür irademle seçmiş olmalıyım. Hani bebeklikte o özgür iradeyi nereden buldum, nasıl dilime yerleştirdim bilmiyorum ama olmalıydı.

Çocukluğumda birkaç şarkıcıyı, türkücüyü hiç sevmezdim. Bunlar da genellikle R’leri bastırarak söyleyenlerdi. Yahu o kadar bastıracağınıza birazını bana verin. Bunların içinde Nurhan Damcıoğlu ve Belkıs Akkale gelir. Nerden buluyorsunuz o kadar R harfini, stok mu yaptınız, karaborsasını mı kurdunuz, bilmiyorum ki…

Çocukluğumda dilimden dolayı popüler olduğumu biliyordum; herkes beni çok şirin bulurdu. Ne yani bütün şirinliğim R yerine Y demem miydi; şirindim işte, niye bir harfe takılıp kalıyorsunuz?

Büyüdüğümde şirinliğin yerini R korkusu aldı.

Y’yi bastırarak söylemek, R’nin çıkmasını sağlamaya yetmiyordu ama Rize yerine Yize demek de, derdini anlatmaya yetmiyordu.

Başka iş yokmuş gibi gittim yazar oldum…

Önce R yerine Y demeyi yazarken de arada kaçırdığımı fark ettim. Mesela Bayram kelimesi beni çok zorlardı, saray kelimesi de. Önceki R miydi, Y miydi, hani R olan Y miydi, Y olan Y miydi?

Peki diğeri R olan Y miydi, Y olan R miydi?

İşin en kötüsü doğup büyüdüğüm mahallenin adı Eskisaray’dı ama hep Eskisayay olur, yaylanıp dururdum…

R ile Y’yi doğru yere koyup hatasız yazmak için parmaklarımla saydığım çok olurdu. Bunun için bazen de word’ün kelime düzeltmesini kullanırdım. Tabi bütün bunları aştım, sadece R yerine Y demeyi kendi özgür iradesiyle seçen birisiyim. Kim ne karışır, hangi harfi, ne şekilde telaffuz ettiğime, değil mi ama…

Özdemir Asaf da benim gibi R’leri Y diye telaffuz ediyordu.

Bir gün Karaköy’e gidecek, taksiye biner, taksici “Buyuyun, neyeye?” diye sorunca, onun da kendisi gibi R’leri söyleyemediğini görüp, “Kayaköy” deyince şoförün kendisiyle dalga geçtiğini sanmasını istemez ve Eminönü deyip, Karaköy’e yürür.

Aynısı İstanbul’da başıma geldi, ama o zaman Özdemir Asaf’ın dildaşım olduğunu bilmiyordum.

Ortaköy’de bir taksiye bindim, Karaköy’e gideceğim. Özdemir Asaf’ın taksicisi ölmemiş, beni mi beklemiş anlamadım ama “Neyeye” deyince, ben de istemsizce Eminönü dedim, Karaköy’e yürüdüm…

Çağrı merkezlerini de bu açıdan sevmem, hele bir de kodlar mısınız demez mi, ben şimdi R harfini Yozgat’la mı kodlayayım, Yizeyle mi?

Belki de bu yüzden yazar olduğum halde televizyona çıkmayı sevmem,bradyoya çıkmayı sevmem, herhangi bir toplantıda konuşmayı sevmem. Televizyon ve radyoda program da yaptım, konuk da oldum ama bir türlü sevmedim/sevemedim. Çünkü ne kadar anlaşılmadığımı bilmiyordum…

Ama Allah var, Beyazıt Öztürk’ü severim, inadına Y’lerin üzerine bastıra bastıra söylediği için. Bastır be Beyaz, Allah Y’ne kuvvet versin…

PAYLAŞ
Önceki İçerik2018’e “ANATOLIAN SOPRANOS” İle Görkemli Merhaba!..
Sonraki İçerikMetehan V Sevde #4 – Eksik Bırakılmış Bir Aşk Hikayesi
Naif Karabatak
1964 Adıyaman doğumluyum, İstanbul’da yaşıyorum. Gazeteciliğe 1979 yılında, yazarlığa 2000 yılında başladım. Birçok yerel ve ulusal gazetede köşe yazısı yazdım, söyleşi yaptım, genel yayın yönetmenliği görevinde bulundum. Şiir, deneme, öykü çalışmam var. Bir hikâyem uzun metrajlı film, bir hikâyem kısa metrajlı film olarak çekildi, birkaç hikâyem de tiyatroya uyarlandı. Yayınlanmış bir mizahi kitabım var ve ben daha çok mizahi öykü yazmayı seviyorum, yaşayamadığımdan olmalı!