Osmanlı İmparatorluğunun son başkenti tarihinde Onlarca isim verilmiş. “Kostantinepolis”, “Dersaadet'”, “Asitane” veya “Darülhilafe”…

“Makarrı Saltanat” ardından İstanbul… Bir Devletin gözde şehri sanki tüm sanatların başkenti, her kültürü içinde barındırmaktan bu kadar zevk alan  kaç şehir var bilinmez. Sanat adına ilk dokunuşların Bizans’ın attığını bugüne gelebilen Ayasofya ve ardından Mimar Sinan dokundukça büyümüş büyüdükçe hayat ağaçları gibi gök kubbeye dokunmaya çalışan bir Süleymaniye bir Sultanahmet, Ayın ve Güneşin aşkı Mihrimah Sultan’ı veya Boğaz’ın serpe seren esintilerine maruz kalmaya mahkum edilmişçesine kıyının incisi Ortaköy Cami ve niceleri bu güzel şehrin  içinde kalan son eski İstanbul’u ayakta kalmaya zorluyor.

Ve işte kimilerince kabul görülen Modern hayat, Eski İstanbul’u kıskançları arasına almış sanki. İnsanların eskiden bu kadar kolay vazgeçmeleri  bu modern yaşamanın bir zorlaması mıdır? Acaba cevabı vermek kolay ya da zor olması bilinmezlikler ile dolu. Yıllarca yapımları  süren bu eserlerin her taşında bir anı birikimi yer alırken son hallerinden sonra rivayet diye başlanan kulak vereceğiniz hikayelerle varlığını sürdürmekte diren bu eserler. Bunlarla dolu bir eski İstanbul’da yükselen her gökdelen sanki bir “Mezar taşı” bu eserler ve İstanbul  ise toprağı üzerine atılmış birer beden.Ya modern hayatın gökdelenlerini gök kubbenin hakimi yapalım yada İstanbul’un gerçek sahiplerini….