ANNE! – HOLLYWOOD SİNEMASININ ÖZENSİZ KLİŞELERİ

0
105
ANNE! - HOLLYWOOD SİNEMASININ ÖZENSİZ KLİŞELERİ
ANNE! - HOLLYWOOD SİNEMASININ ÖZENSİZ KLİŞELERİ

Pi (1998) filminde beri Aronofsky filmleri beni hiçbir zaman etkilememiştir. Birçok insana göre, Requiem for a Dream (2000) film en iyi çalışması sayılabilir ama gelin görün ki, bazı konular diğerleri kadar etkileyici bile olamıyor.
Mother! (2017)’da olduğu gibi…

Temel karakterlerimiz olan Mother ve Him‘in kurdukları cennetlerine misafir olmamızla başlıyor hikayemiz. Düzenli, sıradan ve normal bir evlilik hayatı süren çiftin evlerine gizemli bir konuğun gelmesi ile başlayan değişim, beraberinde büyük kaosa yol açıyor.

Michelle Pfeiffer
Michelle Pfeiffer

Mother, naif ve duygusal bir karakterdir. Him için asla yapmayacağı şey yoktur var oluşu boyunca. Yaşadıkları evi bile kendi elleriyle yenilemekte ve bir yuva haline getirmeye çalışmaktadır. Him ise, uzun süredir yazamadığı için sürükleniş yaşayan bir karakter. Karısının tüm ilgisine ve sevgisine rağmen mutsuzluk ve hayal kırıklığı ile aradığı ilhamı bir türlü bulamadığı için bir karmaşa yaşamaktadır. Bir gün, ansızın çıkagelen Man karakteri ile yaşadıkları düzenleri alt üst olur.
 Him, Man‘in varlığından keyif alırken Mother bu durumdan çok memnuniyetsizdir. Tanımadıkları bir yabancıya yarattıkları cennetin kapılarını açıp paylaşmak isteyen Him‘in davranışlarını ve yaptıklarını şaşkınlıkla izlerken, onu kendisinden dahi çok sevdiği için mutlu olsun diye sesini çıkarmamaya çalışmaktadır. Ama bu garip durum bir süre sonra Man‘in eşi Woman‘ın kapılarını çalmasıyla tamamen değişir. Yarattıkları cennetlerinde, Woman’ın da kocası Man gibi kendi evleriymişçesine rahat davrandıkları için Mother, korku ve endişe içinde kendisini bu durma sürekli adapte etmeye çalışmaktadır.
Tam her şey biraz olsun düzelecek ve bu tanımadıkları ziyaretçilerden kurtulacaklarını zannederken daha da fazla yeni ve yabancı ziyaretçiler onlara katılmaya devam eder. Önce Oldest Son gelir ve ardında da Younger Son.
Mother artık daha da korkmaya ve gerilmeye başlar. Dayanılmaz bir tedirginlik ile çaresizce kocasından bu insanları evlerinden göndermelerini ister devamlı olarak. Lakin, Him her seferinde Mother‘a, “nereye gidecekler peki?” diyerek kendi çakarı doğrultusunda eşini manipüle etmektedir.

Film, mitolojik ve dini hikayelere dayanan bir senaryoya sahip. Birçoğumuzun da bildiği Sisifos ve Prometheus efsaneleri. İçinden bir türlü çıkılamayan bir paradoks söz konusu.
Bununla birlikte, bir sepet dolusu metafor ile tanrı ve varoluş sorgulanmaktadır. Filmi izlerken, gerçek karakter Mother‘ın hikayesini izlediğinizi düşünüyorsunuz ama Him‘in hikayesini izlediğinizi anlamaya başlıyorsunuz. Mother‘ın yaşadığı travmatik süreç, Him‘in hikayesinin temel konusudur. Onun yaşadığı çaresizlik ve acı, Him‘in bizzat onu kendileriyle o noktaya getirmesinden kaynaklanmaktadır.

Aronofsky birçok röportajında,“bu doğa ananın öyküsünden daha fazlasıdır” demektedir. Filmi izlerken tanrı, yaratılış ve doğa ananın hikayelerinin anlatıldığını fark ediyorsunuz ama sona doğru konun bambaşka bir hale dönüşmesi ile hem izleyici olarak hem de insan olarak bizleri, varlığımızı sorgulamaya yönlendirmeye başlıyor.

Açıkçası, filmin konusuna dair daha fazla konuşmak istemiyorum ve oyunculuklara yöneliyorum…

Jennifer Lawrence
Jennifer Lawrence

Jennifer Lawrence‘ın oyunculuğunu oldum olası sevmem ve seveceğimi de hiç sanmıyorum. Lakin, bu filmde hayatı boyunca oynamayı becerebileceği yegane ve en böm karakterin kendisine bahşedilmiş olmasını da yerinde buluyorum. Kendisine, böylesine konu mankeni roller verilmeye devam edilmeli bence çünkü en iyi becerdiği rol bu. Javier Bardem‘e gelecek olursak, Vicky, Christina, Barcelona (2008)‘dan yeni dönüyor gibiydi diyebilirim.  Karakterinde pek bir derinlik olmadığı için olabilir belki, bilemiyorum. No Country For Old Men (2007) dışında kendisini çok sevmemişimdir hani. Bana kalırsa, filmin asıl yıldızları Ed Harris ve Michelle Pfeiffer‘dır derim. Özellikle de Michelle Pfeiffer
İtici ve soğuk duruşu ile cuk oturmuş bir oyunculuk sergilemiş bulunmaktadır kendileri.

Sonuç olarak her şeyi bağlamamız gerekirse bu filme dair diyeceklerim, izlenebilir ama yönetmenin kendisinin belirttiği gibi öyle rahatsız eden bir film değil. Aksine, sıkan ve klişe bir senaryo ile göz boyamaya çalışılmış bir iş. Black Swan (2010)‘da da olduğu gibi, yine bir psikolojik hikaye ile izleyicinin siniri bozulmaya çalışılıyor ama aşırı başarısız olunuyor… 🙁

Daha fazla yazmak istemiyorum ve hafta sonu, film izlemiş olmak izlenecek bir film diyorum ama yine de, kendi düşüncenizi oluşturmak için izleyin diyorum.

Herkese keyifli seyirler…

PAYLAŞ
Önceki İçerikUluslararası İstanbul Kukla Festivali’de “Asya Gölge Tiyatrosu” rüzgarı esecek…
Sonraki İçerikOp. Dr. İlker Manavbaşı Önce İnsan…
Avatar
1987 İstanbul doğumlu olan genç sanatçı, ilk ve orta öğrenimini İstanbul’da tamamladı. 2008 yılında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü’nü kazandı ve 2013 yılında Bölüm Birinciliği ve Proje İkinciliği ile mezun oldu. 2014 yılından beri aynı fakültede Tekstil üzerine yüksek lisans eğitimine devam etmektedir. 2013 yılından beri kendi çalışmalarını üretmekte ve 2014 yılından beri de Youtube’da Sinir Çeviri ekibiyle gönüllü olarak çalışmaktadır.