Yanlış Tercih

4
222

Sıradan bir semtin, sıradan ailelerinin, sıradan çocuklarıydık. Tahsin hariç… Tahsinler, mahallemizde yapımı tamamlanmış tribleks villalara taşınan ilk aileydi.

    İki yıl, sekiz mevsim boyunca, bir zamanlar top koşturduğumuz, haylazlık yaptığımız boş araziye, yan yana bir sürü ev diktiler. İnşaatların kabası bitince saklambaç bile oynadık içlerinde. Kocaman bir site inşa edildi bir zamanların çorak arsasına. Nüfusu beş yüzü geçmeyen küçücük mahallemize beş yüz hane daha taşınacaktı, aynı anda. Bunun heyecanı bile yetiyordu bize. Ben de, ‘kim bilir ne güzel sarışın kızlar taşınırlar buralara’ diyerek az dolanmadım ortalıklarda.

     Çok geçmeden ardı ardına bir sürü kişi taşındı siteye. Sitenin bulunduğu bölge taşranın kenarına konuşlanmış ihtişamlı bir Amerikan Mahallesi gibi duruyordu. Gece olunca ışıl  ışıldı evler. Yaz akşamları villaların bahçelerinde barbeküler yanıyor, bahçe salıncaklarında zengin piçleri sallanıyorlardı. Kendi mahallende ”zenci” muamelesi görmek rezil bir durum.

     Site sakinleri ile aramızda sosyal ve ekonomik şartlar bakımından uçurum olduğundan tez zamanda kaynaşamadık kimseyle. Onlar, bizim oynadığımız parka gelmiyor, bizim kendi çapımızda yaptığımız pikniklere katılmıyor, bizimle bisiklete binmiyorlardı. Keza biz de onların paten yaptığı, basketbol oynadığı, köpek gezdirdiği alanlara giremiyorduk. Aramızda çok büyük bir fark vardı. Onlar, istemedikleri için gelmiyorlardı biz ise; istenmediğimiz için gidemiyorduk. Para öyle lanet bir şey ki; şayet paranız varsa her halukârda tercih hakkı sizin insiyatifinizde.   

      Yüzlerce site sakini arasından yalnızca Tahsin arkadaş oldu bizimle. Diğer zengin çocuklarına hiç benzemiyordu Tahsin. Ukala, şımarık, megaloman birisi değildi. Yaşından çok daha olgun, aklı başında bir çocuktu. Biz de hiç kullanmaya kalkmadık onu. Marketten ortak kola, bisküvi, dondurma ya da çekirdek alınacaksa herkes ne verdiyse Tahsin’den de onu aldık. Belki o da bu yüzden sevdi bizi. Onu söğüşlemeye kalkmadığımız ya da tam zıttı ona ekstra bir muamele yapmadığımız için…

      Bizimle aynı okulda okumayı çok istediyse de babası devlet okulu olduğu için Tahsin’i bizim okulumuza yollamadı. Kolejde okuttu onu. Her sabah özel bir araba ile koleje gidiyor, aynı araba ile de geri dönüyordu Tahsin. Babası organize sanayide iki tane fabrikası olan çok varlıklı bir adamdı. Hatta, sonradan öğrendiğime göre bizim sokaktan iki kişi de Tahsinlerin fabrikasında çalışıyordu. Durumları son derece iyiydi Tahsinlerin.

    Ama Tahsin onca zenginliklerine rağmen bir kez olsun bizi hor görmedi. Çok sağlam bir çocuktu. Bir keresinde Tahsin’in giydiği bir tişört çok hoşuma gitmiş ve bunu da Tahsin’e açıkça söylemiştim. Tahsin hiç tereddüt etmeden tişörtünü çıkarıp bana verdi. Tabii ben de ona… Parkta değişmiştik tişörtlerimizi. Ertesi gün benim tişörtümü sitenin dikenli tellerinde asılı olarak görmek beni çok üzse de, bunu Tahsin’in yapmayacağını, tişörtü babasının oraya attığını çok iyi bildiğimden Tahsin’e bunu hiç söylemedim. O da hiç bahsetmedi bu konudan.

     Tahsin’i tanıdıkça handikaplarını da öğreniyordum. Örneğin; Tahsin son derece aklı başında, mantıklı ve efendi bir çocuk olmasına karşın hiçbir konuda söz sahibi değildi. Yiyip içmesinden giydiği kıyafetlere kadar her şeyini babası belirliyordu. Hayali iyi bir gazeteci olmak olsa da babasının zoruyla tıp okudu. Böylelikle babasına karşı hayatının en büyük tavizlerinden birisini verdi. Orta ölçekli bir devlet hastanesinde çalışmak isterken yine babasının isteğiyle özel bir hastanede işe başladı. Başarısıyla da kısa sürede başhekim yardımcılığına kadar yükseldi. Fakat bunda babasının en ufak bir katkısı yoktu. Çünkü Tahsin gerçekten çok zeki bir çocuktu.

      Otuzlu yaşların ortalarında muhasebeci bir kızı sevse de babası bu aşka karşı çıktı. Tahsin çok direndi ama bir türlü babasının inadını kıramadı. Kız bakmış olmayacak, beş altı ay sonra bir esnafla evlenmiş. Tahsin’den duydum. Tahsin rüştünü ispatlamış harika bir hekim olsa da babasının boyunduruğundan kurtulamamak onu günden güne yalnızlığa itti. Bunalıma girdi bir dönem.

     Annesi, başka bir aşk Tahsin’i kendine getirir düşüncesiyle avukat bir kızla tanıştırdı Tahsin’i. Tahsin’e iyi geldi kız. Epey bir flört döneminden sonra nişanlanmaya karar verdikleri esnada kızın daha önce nişan attığını öğrendi Tahsin. Ama bunu hiç umursamadı. Çünkü gerçekten kızı çok seviyordu. Fakat kız Tahsin’in babasından veto yedi. Ailemize layık değil diyerek sert bir dille bu işin olmayacağını dile getirdi Faruk Bey.

      Tahsin yine içine kapandı, psikoloji haplarında aradı çareyi. Hekimliği keyfekeder yapıyor, hastaneye kafasına göre gidiyordu. Sancılı dönemi kısa sürede atlatması için kendisini çok arasam da telefonlarımı hiç açmadı. Bir akşam eve dönerken denk geldim Tahsin’e.  Benzi iyice sararmış, çok zayıflamıştı. Gözlerinin altında mor halkalar belirmişti. ”Biraz oturalım mı Tahsin?” dedim, kırmadı, oturduk. ”Nasılsın, nerelerdesin, neler yapıyorsun, kaç defa aradım seni bir kez olsun açmadın telefonlarımı,” diyerek sitem ettim kendisine. Ama Tahsin’in konuşacak takati yoktu, çok bitkin görünüyordu. ”Nasıl olayım, nasıl olduğum her hâlimden belli değil mi?” deyince, sustum. Haklıydı Tahsin. Nasıl olduğunu anlamak için kain olmaya gerek yoktu.

      Tahsin’le çok şey konuşmak istesem de hiç bir şey konuşamamanın derin acısını yaşadım bir süre. Sonra Tahsin ”Ben evleniyorum, hem de hiç sevmediğim, istemediğim birisiyle,” dedi, buruk bir sesle. Boğazımı temizleyip ”İyi de nasıl Tahsin, nasıl istemediğin birisiyle ya? Hangi devirde yaşıyoruz? Sen Doğu’daki, Güneydoğu’daki gencecik kızlarımızın yaşadığı kaderi mi yaşayacaksın yani? Hem de doktorken, bu kadar varlıklıyken,” dedim Tahsin’e. Tahsin durumdan o kadar umutsuzdu ki ”Babamı tanımıyormuş gibi konuşma. İstemesem ne değişecek ki sanki?” dedi ve öfkeyle kalktı masadan. Durumu hiç iyi değildi.

     Gerçekten de bir ay sonra babasının dediği kızla evlendi Tahsin. Düğün gecesi sanki kendi düğününde değil de cenaze evindeymiş gibi bir hâli vardı. Tahsin’in o hâlini görünce Faruk Bey’i boğasım geldi. Ne kadar bencil ve düşüncesiz bir adam bu Faruk Bey diye söylendim durdum o gece. Düşüncesizdi çünkü, göz göre göre biricik oğlunu mutsuzluğa itiyordu.

     Tahsin’i düğünden sonra sadece bir kez gördüm. O da son görüşüm oldu zaten. Kısacık konuşabildik kendisiyle. Yalnızca ”Çok mutsuzum,” demekle yetindi. ”Bir yerlerde oturup konuşalım mı, hem sen de kafanı dağıtırsın biraz,” dedimse de artık çok geç mahiyetinde gülümsedi. Yıllardır tanıdığım Tahsin’in yüzünde ilk kez ukala bir gülümseme sezinledim. O an, Tahsin’in eski Tahsin olmadığını, gerçekten belki de artık her şey için çok geç olduğunu gayet iyi anladım.

      Tahsin’le o kısacık konuşmamızdan üç gün sonra Tahsin’in ölüm haberini aldım. İki kutu hap içip intihar etmiş. Başsağlığı dilemek için annesini ziyarete gittiğimde hıçkıra hıçkıra ağlıyordu kadıncağız. Faruk Bey, iş adamlığına yakışır biçimde son derece vakur bir duruş sergiliyor, taziyeleri kabul ediyordu. Annesinin elini tutup ”Başınız sağolsun Nevin teyzeciğim, bir ihtiyacınız olursa sabahın körü de olsa,  gecenin bir yarısı da olsa hiç çekinmeden arayabilirsiniz. Unutmayın, ben de sizin oğlunuz sayılırım,” dedim. Nevin teyze ellerimin içinden ellerini sıyırıp, ellerimi avuçlarının içine alarak sımsıkı tuttu ve: ”Biliyor musun, Tahsin hayatı boyunca ilk defa kendi başına, kendi hür iradesiyle bir tercih yaptı, o da yanlış bir tercih oldu. Evlatçığım öldü! Sen ileride evlenirsen ve çocuğun olursa sakın ola ki çocuğuna baskı yapma. Bırak tercihlerini kendisi yapsın, kararlarını kendisi versin. Madem, ‘ben de sizin oğlunuz sayılırım’ diyorsun, sana tavsiyem budur oğlum. Eğer aksini yaparsan sana hakkımı helâl etmem, bilesin,” dedi. Kendimi daha fazla tutamadım, ben de Nevin teyzeye uyup hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Ağlarken tekrarladığım tek bir cümle vardı: ”Söz Nevin teyze. Söz, söz, söz… Sana söz veriyorum ben Faruk Bey gibi bir baba olmayacağım!”

PAYLAŞ
Önceki İçerikİnfial
Sonraki İçerikİstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’ndan ( İDSO ) 14 Şubat 2020 Cuma akşamı Sevgililere Muhteşem Bir Konser…
Ersin Kurt
26 Ağustos 1983'te Eskişehir'de doğdu. Anadolu Üniversitesi Radyo - Tv Tekniği Bölümü'nü ikinci sınıfta terk etti ve akabinde askerlik hizmetini tamamladı. Çeşitli işlerde çalıştıktan sonra 2011 yılında Türk Hava Kuvvetleri bünyesinde sivil statüde çalışmaya başladı ve halen de çalışmaktadır. Birisi öykü beşi şiir olmak üzere yayımlanan altı kitabı mevcuttur. Şiirleri; başta, Sadece Şiir, Caz Kedisi ve Eliz Edebiyat dergisi olmak üzere birçok dergide yayımlanmıştır.2019 yılında düzenlenen 9. Uluslararası Eskişehir Şiir Festivali'ne katılımcı şair olarak katılmıştır. Yayımlanan Kitapları: 1. Gelişigüzel (2014) 2. Farzımuhal (2016) 3. turnuSOL (2017) 4. Darbımesel (2018) 5. Kül (2018) 6. Begonvil (2019)

4 YORUMLAR

  1. Sonuna kadar heyecanla okudum. Başta basite indirgenmiş bir hikâye okuyorum hissi uyandırdı ama gelişme kısmına geldiğimde sonucu çok merak ettim ve hikâyeye haksızlık ettiğimi anladım. Sonu tıpkı hayat gibi sert bir tokat atsa da kurgusu ve anlatımı çok başarılıydı.