Trene Binmek, Vapurdan İnmek!

0
157
Trene Binmek, Vapurdan İnmek!

Yıllar önce küçük bir çocuğa sormuştum, “büyünce ne olacaksın” diye.  “Öğretmen olacağını” söylemişti. Beş sınıfı bir arada okuyan ve bir tek öğretmeni bulunan bir köy okulunda okuyordu. Daha doğrusu okumaya çalışıyordu. Neden öğretmen olmak istediğini sorma gereği duymadım ama peki daha başka bir meslek sahibi olsaydı ne olurdu?

Merak ettiğim bu soruyu da sordum henüz 13 yaşında olan Taha’ya. Mesela dedim, belediye başkanı olabilirsin, vali olabilirsin, milletvekili olabilirsin. Hayalin de, özlemlerin de sonu yok. Tek şart, ona kavuşmak için çalışmak ve gerisi de kısmet…

Belediye başkanı olursam..” dedi, durdu, düşündü ama bu süre çok uzun olmadı. “Köyümüze tuvalet yaptırırım” dedi…

Köyde kısa süre kalmıştım ama o sürede köyde tuvalet olmadığını, okulun tek tuvaletinin de okulun dışında, uzak bir köşede, derme çatma bir tuvalet olduğunu görmüştüm.

Taha, o yaşında “köyün en büyük eksiğini” tespit etmiş, bir belediye başkanının ancak buna gücünün yeteceğine inanmıştı ki, “belediye başkanı” olmayı düşleyebiliyordu.

Belki de insanları yaşatan özlemidir.

Belki de özlemini gerçekleştirmeye dönük çabalarıdır.

Zaten bu ikisi arasında geçene hayat diyoruz.

Son nefese kadar süren özlemler ve son nefese kadar devam eden çabalar.

Bunu biliriz, buna inanırız ama buna rağmen bazen pes ederiz, bazen yelkenleri indiririz, bazen küseriz, bir köşeye sineriz ama hepsinde de bir sihirli değnek bekleriz; ettiğimiz dualar karşılıksız kalmayacaktır. Yine bir özlem ve yine özlemin gerçeğe dönüşmesine neden olacak çaba…

Memleketteyken arkadaşlara takılırdım, “beni belediye başkanı yaparsanız size tramvay getiririm” diye. Güzergâhını da çizmiştim, duraklarını da belirlemiştim…

Hiç kimsenin beni belediye başkanı yapmaya niyeti yoktu, iyi biliyordum.

Çok şükür ki benim de öyle bir özlemim, beklentim yoktu ki, o yönde bir çaba harcayıp, hayal kırıklığını büyüteyim.

Ama tramvay gerçekti…

Belediye başkanı olmama gerek yoktu; öyle bir yetkim olsa, öyle bir yetkiliye ulaşacak gücüm olsa, ilk işim o olurdu…

Bunun elbette Taha gibi bir sebebi vardı…

Taha, köyündeki tuvalet eksikliğini tespit etmişti. Bunu tespit etmek için elbette kâşif olmaya gerek yoktu. Köyde tuvalet yoktu ve bunu herkes biliyordu. Ama Taha’nın farkı, “tuvalet ihtiyacını tuvalette gidermesi gerektiğini” bilecek bir kafa yapısına sahip olmasıydı. Yani eksikliği görmekle, eksikliği gidermeye niyetlenmek çok farklıdır. Taha’nın farkı buydu ve Taha bir de “derme çatma” değil, güzel bir tuvalet yaptırmayı hayal ediyordu…

Çocukluğumda tren özlemim vardı. Kara trene binme hayaliyle bir ömür geçirdim.  55 yaşına girmeme sayılı günler kala “metro-tramvay-marmaray” üçlüsünün dışında “tren” denilebilecek hiçbir şeye binmek kısmet olmadı.

Doğal olarak da bu özlemim, her geçen gün arttıkça arttı. Şimdi bunu Doğu Ekspresiyle gidermenin hayaline dönüştürdüm. Birkaç hafta izin alacağım, hayalini kurduğum yolculuğa çıkacağım…

Kim bilir ne zaman?

Ama zaten hayat dediğimiz şey, özlem ve onu gerçekleştirmeye dönük süre arasında geçen zaman dilimi değil miydi?

Öyleydi sanırım…

Kadıköy’de vapurdan indiğimde bunları düşünüyordum. Moda’ya kadar nostaljik tramvayla seyahat ederken de…

55 yaşına adım atmaya sayılı günler kale “bir tren hayalini bile gerçekleştiremeyen adam” olmaktan utanmıyordum; beni ayakta tutanların bu özlemlerin toplamı olduğunu çok iyi bilecek kadar yaşayıp görmüştüm…

Bir diğer özlemimse “vapurla uzun bir yolculuk”tu…

Şehir hatları vapuru, boğaz turu, Adalara kadar gidip gelmekle bu özlem yerini bulmuyor. Kıbrıs’a “hızlı” feribotla gitmek de bu özlemin giderilmesine neden olmuyor. Trenle de, vapurla da yapılacak yolculuk en az bir hafta sürmeli.

Bir hafta boyunca yol arkadaşınla birlikte sadece bir kompartımanı veya kamarayı paylaşmaktan öte, sessizliği paylaşmak, ıssızlığı paylaşmak, güzellikleri paylaşmak, doğayı paylaşmak ve bilinmezlere doğru yolculuk etmek…

Tren ve vapur yolculuğu, yolculukların içerisinde en güzelidir. Belki de ben öyle biliyorum. Yıllarca hayalini kurduğum için gide gide büyüyen bir özlemin de ötesinde, bir hikâyesi, bir kurgusu, bir senaryosu olan hayale dönüşmüştür.

Nereden bineceğim, nerede ineceğim, kimlerle yolculuk edeceğim, hangi güzergahta, hangi insanlarla karşılaşacağım.. bütün bunların hepsi senaryonun en önemli parçaları gibi hafızama kazınmış da olabilir, bilmiyorum.

Bildiğim bir şey ise bir özleminiz varsa, yaşamak için sebepleriniz de vardır. Ne kadar çok özlem, o kadar çok yaşama sebebi.

Daha iyi bir dünya için kurduğunuz her hayal, gerçeğe dönüşmeye aday bir çabanın ürünü olacaktır, buna hiç kuşku duymuyorum…

Trene binip, vapurdan inmek, bir köye tuvalet yaptırmak kadar “basit” bir hayaldir ama o basitlikler olmazsa, hayatımızı kolaylaştıran hiçbir şey de olmayacaktır…

PAYLAŞ
Önceki İçerikBu Bir Performans Değildir
Sonraki İçerikMasa İle 3 Gün
Naif Karabatak
1964 Adıyaman doğumluyum, İstanbul’da yaşıyorum. Gazeteciliğe 1979 yılında, yazarlığa 2000 yılında başladım. Birçok yerel ve ulusal gazetede köşe yazısı yazdım, söyleşi yaptım, genel yayın yönetmenliği görevinde bulundum. Şiir, deneme, öykü çalışmam var. Bir hikâyem uzun metrajlı film, bir hikâyem kısa metrajlı film olarak çekildi, birkaç hikâyem de tiyatroya uyarlandı. Yayınlanmış bir mizahi kitabım var ve ben daha çok mizahi öykü yazmayı seviyorum, yaşayamadığımdan olmalı!