Som Rengindeki Sonbahar

0
105
Som Renkli Sonbahar

Sarı saçlarını savurup, salkım salkım sarkan sararmış sarmaşıkların sağından seyirtirken sen, üşüyordum pencerenin önünde seni seyrederken.

Kasım kasımlığını çoktan terk etmiş, Aralık ara-ı-lıkta kalmış zenginliğiyle gelip dizlerimin üzerinden ince kollarıyla boynuma atlamış sıkı sıkı sıkıya sarmalamıştı beni. Yine de üşüyordum, yanmayan sobama bakıp dışarıyı gözlüyordum, seni özlüyordum…

Bahçede iki kedi biri diğerini sevmedi, pati vurdu gözünün üstüne, can havliyle atladı o da onun üstüne. Alt alta üst üste tırmıkladılar birbirlerini on saniye gibi kısa bir süre içinde. Şimdi biri ağacın dibinde öteki kaçtı beriye.

Perdeyi açtım içerisi görünse bile, ben göreyim istedim, ben görüleyim istedim. Kirlenmiş camın buğulu bakışında değil beni görecek biri, ben bile göremem kendi kendimi. Görünmezlik iksiri içmiş gibiyim sanki.

Akşamdan yağan yağmurun ıslaklığında gölgeler büyüyor güneşin yeni doğan ışıklarının altında. Gülümsüyor bulutun arkasında, en sevimli haliyle bana bakıyor, mavi gözlerinin damlarından sıyrılıp sevgiyle el ediyor. Güzel bir günün geleceğini muştuluyor, soğuk ve kimsesiz geçen gecenin ardından, bana bendeki beni anımsatıyor…

Az önceki kediler güneş ışıklarını görünce sevindiler. Beton zeminin üstünde vücutlarını ısıtmaya karar verdiler. Kavgadan eser kalmadı, insanoğlu değiller ki kin tutsunlar, kıskançlık ve garezden uzak oynaşıyorlar şimdi. Pırıl pırıl bir sabah olmasa, kışın ilk günleri olduğunu fark edemez insan, soğuk ama güneşli ama umutlu ama özlem dolu nice günlerden biri der geçerdim belki. Şimdi açlığıma inat, soluyorum havayı önce ciğerlerime sonra boş mideme dolduruyorum. Dolu dolu gözlerimdeki yaşlarla sana bakıyorum. Geçişlerini hayal ediyorum, gelmeyeceğini bile bile gözlerindeki yakıcı bakışlarını gözlerime hapsediyorum.

Martılar çığlık atarak dönüyorlar, ortalık ana baba günü. Güvercinler hatta kargalar bile çığlık çığlığa. Birkaç pencere açılıyor ne olup bittiğine bakılıyor. Sokağın ortasında kanat çırpıp yardım istiyor bütün kuşlar dönüp duruyorlar yerde yatan biri mi var? Bahçedeki kediler bile korkup kaçtılar, çöp kovasının arkasına saklandılar.

Yerde yatan yaralı bir güvercin var! Uçamıyor, çırpınıyor, kalkamıyor… Gözlerimden yaşlar dökülüyor, bir daha kimseye kuş beyinli demiyeceğim. Onların yürekleri biz insanoğlundan daha yüce, daha vefalı daha ince… Karşı apartmandan yaşlı bir teyze iniyor. Yerde yatan güvercini avuçluyor, minik başını seviyor titreyen parmaklarıyla. Yukarıdan bakan torununa sesleniyor. Çantasını ve ceketini istiyor. Koşarak gelen torun koluna giriyor nenenin. Yürüyorlar…

İçim aydınlanıyor. Ne varsa çocuklarda ve yaşlılarda var. Onlarda çocuk gibi değil mi zaten. Yüreğim pır pır atıyor kuşlar gibi hafifliyorum, bir yerden güzel bir gül kokusu geliyor, içime çekiyorum. Sana gülümsüyorum…

Simitçinin sesi çalınıyor kulağıma, pervazı kaldırıp bağırıyorum ona son paramla bir simit almak, sıcak, gevrek çıtırtılarında susamları tek tek parmaklarımla yalamak iyi gelecek bana.

Yarın? Yarın yok, bugün, yalnızca bugün yeter bana…