Serde Sevda Sancısı

0
65
Serde Sevda Sancısı
Serde Sevda Sancısı

Öyle uzak durma sevdiğim, öyle mahzun, öyle hüzünlü susma dedi Cafer, aydınlanırken cemresi gül cemalinin. Mesafelerde büyüttüğü aşk tohumlarını ekerken memleketinin buz tutmuş bağrına… Bu, giderken son sözleri olmuştu, mevsimlik bir vedanın ardına.

Cemre! Gözü yaşlı Cemre… Alıştığı bir şehirde, alışmadığı bir yalnızlığa mahkûm, otobüsün hareketiyle sarıldı telefona… Hapsedilmiş kelimelerin izinde, yazıyor ha yazıyor onca zaman görmeyeceği sevdiğine…

Bir pazartesi sabahıydı, kan ter içinde uyandı Cafer…  Geceden kalma, yüzünü örten kitabı bir kenara savurup başladı düşünmeye, yıllar önce sinesine sığındığı o büyük aşkı yeniden yaşamıştı sanki bir tuhaf rüyanın içinde… Cemre, o gün ki gibi karşısında duruyor.   Cafer yıllar sonra ne için ve neden olduğunu bilmeden dizlerinin üstünde durmuş Cemreye haykırıyor…  Şehir suskun, sokaklar sessiz dalda sonbahar yaprakları ânın geçmesini bekliyor. Zamansa bu sahnede asılı… Geçmiyor… Bir anlık sessizlik, en büyük haykırış oluyor o küçük odanın içinde. Sağda bir kitaplık, karşısında kanepe ve o adam, eski bir mutluluğun seyri içinde… Soluksuz semaya dalıyor ve o küçük pencerenin ardında gökyüzü, Cemreyle yeni bir bahara uyanıyor.

Sokaklarda bir telaş, her biri bir yere ulaşmanın peşinde, her vardığı yer yeni bir sevdanın. Gitmiyor düşüncesi Cemreyle başlayan rüyanın. Cafer için sarı ışık yanıyor. Düşüncesinin miladı, onu bilmediği bir sona taşıyor.  Yürürken ağır aksak, sürekli değişen bölük pörçük, parça parça kaldırımları, ilerlemeyen sıkışık trafikte izlerken insanları, dinlerken korna seslerini, şehir çılgınca haykırırken yalnızlığıyla, bir düşünce sivriliyor Cafer’in hatırında. Cemre! Adıyla müsemma kadın, ağır ağır beliriyor.  Bir küçük zerre değil, bir ateş peyda oluyor bu bedende, Cafer, usul usul yanıyor…

Birkaç gün sonra yine bir akşam vakti koca günün yorgunluğu uğruyor gözkapaklarına, ağır ağır ayrılıyor düşüncesi şehrin hengâmesinden ve dalıyor derin bir uykuya. O gece hiç bitmeyesi, lafızlara sığmayan görüntüleri anlatmak ne mümkün, aşkın badesini tatmış Cafer o dünyanın içinde… Günün ilk ışıklarıyla aydınlanırken sokaklar, kapının eşiğinden merhaba diyor yeni doğan güne, hiç alışık olmadığı bir şekilde, yüzüne dünyayı ısıtacak bir tebessüm uğruyor.

Masada bilgisayar, bir kafede oturmuş çayını yudumlarken boğaza nazır, manzaranın eşsizliğiyle yitik geçmişe ulaşacak kelimeleri tuşluyor klavyenin üstünde (Cemre), aklında binlerce soruyla birlikte. Ya o eller başka bir ele değmişse, bir başkası düşmüşse yangın yerine, uğramışsa o aciz yüreğe bir uslanmaz kalp ağrısı diye geçirirken içinden, sureti beliriyor gözlerinin önünde; manasızlaşıyor görüngüler; çay, tadını; boğaz, o derin manayı yitiriyor. Hareketler durmanın eşiğinde, yalnız bir şeyin raksı var tüm bu keşmekeş içinde oda kalbi, varlığından baskın bir haykırışla zorluyor varmak için ötelere… Yalnız o yeşil gözlerde buluyor ve yanaklarında peydah oluyor birkaç damla yaş, öylece taşıyor mutluluk göğüs kafesinden. Cafer, derin bir iç çekişle ilk suali soruyor nasılsın diye. Bir karşılığı var mı bilmiyor yıllar önce yitirdiği sevgilide.

Akşamla gelen kızılca kıyametten kurtuluyor caddeler ve geceye bir tenhalık çöküyor. Sokak lambalarının altında bir gölge, yolculuk uzun lakin adımlar kısa, sanki hiç gitmek istemiyor gibi. Sırtında bir çanta, elinde; bir kibrit aleviyle tutuşmuş sıkıntılar. Derince bir nefes… Sanki her nefeste dünyadan sıyrılıyor. İlerideki durağı fark ediyor sonra, durakta bir genç son otobüsü bekliyor. Dertli, gideceği yer uzak olmalı, başka kim bilir kaç tane soru, her şey dünyalık, hepsi zamana asılı. Durdu, çocuğa baktı. Daha tanımadığın belli dedi. Genç oralı olmadı. Yüzündeki ifade anlatıyordu gerçeği bu adam meczup olmalı ya da bir dilenci. Yanılmıyordu genç, cemresi düşmüştü bağrına Cafer’in. Bu, ya bir ömürlük kışın başlangıç nöbeti ya da bir ömürlük baharın habercisi.

Ve nihayet Bir merhabayla devam ediyor sıradan seyrine hayat. Cafer bir hülyanın peşinde Cemre o ilk rüyayı dinliyor. Kelimeler taşıyor yatağından, susmak bilmiyor düşünceler. Aşk bu ya işte fark ettirmeden zamandan ayrılıyor. Geçiyor geçiyor geçiyor… Koskoca bir defter, sevdayla evirilmiş bütün sözcükler o defterde bir vücuda, Cemrenin avuçlarında bir çağrıyı kucaklıyor, doğa sıyrılıyor örtülerinden Cafer o yaşlarla her gün bir bahara uyanıyor.

PAYLAŞ
Önceki İçerikHer Şeyin Hayırlısını Diledim Rabbim Hep Zor Olanını Verdi
Sonraki İçerikMedeniyetlerin Doğuşu Üzerine Bir İnceleme
Ziya Keyif
Yazmaya ilkokulda başladım. Hocamın da devam etmem yönündeki telkinleriyle de sürdürdüm. Şiir, öykü, deneme ve şarkılar gibi yazının her alanına el attım. Tiyatro ve Şan eğitimi aldım. Radyo TV Yayıncılığını bitirdim. Marmara Üniversitesi Gazetecilik bölümünü bıraktım. Şuan ilk defa roman yazmayı deniyorum. Ayrıca yarım kalmış müzikalim ve bir kaç senaryo üzerinde çalışıyorum.