Şehir, kalabalıktan çok bireyi ön plana çıkaran, insanın gelişimiyle kendisini tekamül ettiren bir medeniyet alanıdır. Şehirde yaşamak denilince aklımıza gelmesi gereken şey
insanların çevresiyle, akrabalarıyla,  güç birliği yaparak kalabalıklar halinde yaşadığı bir yer mi olmalıdır?

Şehirde yaşayan insanlar ekseriyetle kültür, inanç ve düşünüş bakımından farklılık gösterirler. Şehirler tek tiplemiş, homojen bir yapının mümkün olmadığı kozmopolit alanlardır. Şehirde yaşamak, evvela şehir insanının zihinsel kodlarında bir uzlaşma ve uyum içerisinde yaşama çabasını zorunlu kılar. Bunu fiiliyatta gerçekleştirmek için hakem görevi gören bir hukuk sistemi oluşturmak gerekir. Burada hukukun temel görevi, insanların birbirleriyle, aralarında yaşadıkları herhangi bir ihtilafı uzlaştırıcı bir unsur olarak gidermesidir. Yine hukukun bağlı olduğu devlet yapısı, elinde bulunan bu erkle şehir insanını yetiştirmek, yönlendirmek gibi bir gaflete (yanlışa) düşmemelidir. Bu anlayış hem hukuka ve devlete olan güveni sarsacaktır, hem de şehirde yaşayan insanların birbirlerine karşı olan saygılarını ve güvenlerini zedeleyecektir. Burada hukukun kullanım şekli kesinlikle, insanların kendilerini özgür ve güvende hissedeceği bir ortamı sağlamak olmalıdır.

Şehir, kalabalıktan çok bireyi ön plana çıkaran, insanın gelişimiyle kendisini tekamül ettiren bir medeniyet alanıdır.
Şehir, kalabalıktan çok bireyi ön plana çıkaran, insanın gelişimiyle kendisini tekamül ettiren bir medeniyet alanıdır.

Şehirde bireyin evreni evidir. Şehirdeki insanlar, evlerinden yani kendi evrenlerinden çıktıkları anda şehrin hukuku başlar. Bu alan şehir insanına karşılıklı tahammülü öğretmelidir. Ancak şehir için tahammül ve uzlaşı gerekliliği, şehrin kendi iç dinamikleriyle de ilgilidir. Kırsaldan gelenlerin, kendileriyle birlikte getirmiş oldukları bir takım alışkanlıklar, şehir ortamında sürdürülemez. Buna şehrin ne fiziki yapısı, ne de sosyokültürel yapısı yani kendisini şehir yapan dinamikleri müsaade etmez. Misal bir çiftçi veya hayvancılıkla uğraşan bir kişi şehre göç ettikten sonra aynı işi yapamayacaktır. Çünkü şehirde yaşayan insan genelde ya sanatla meşgul olur, ya da hizmet sektörüyle hayatını idame eder.

Şehirdeki insanlar, evlerinden yani kendi evrenlerinden çıktıkları anda şehrin hukuku başlar.
Şehirdeki insanlar, evlerinden yani kendi evrenlerinden çıktıkları anda şehrin hukuku başlar.

Bugün bir de sanayi şehirleri olarak kabul edilen yerler vardır. Aslında bu mekanlar şehir kavramı nazariyesinden bakılacak olursa, sanayinin etrafında kurulmuş kentler olarak anlaşılmalıdır. Çünkü şehir dediğimiz mekanın içinde sanayi kurulamaz. Estetiğin yanında çarpıklık, uyumsuzluk olamaz. Ancak karşısında olabilir. Çirkin yapılar, şehir hayatının tadını kaçırır.

Şehirde aile nüfusları da kırsala oranla daha az kişiden oluşur. Yapılan işlere baktığımızda genel itibariyle insan gücüne dayalı işler değildir. Evlerde genellikle çekirdek aileler yaşar. Bu durum da, şehir insanının küçük ve zarif evlerde yaşamasını zorunlu kılar. Peki kırsaldaki insan bu kadar doğayla iç içeyken, güzeli ve estetiği kendi emeği dışında tanımaya sahipken, şehir insanı ne yapmalıdır? Şehir insanın yaşadığı mekanla olan imtihanı tam da bu noktada başlayacaktır.

Şehir insanı ilk olarak muhayyilesi geniş ve buna bağlı olarak ufku kendisinden taşan bir hüviyete bürünmelidir. Bu da güzeli görmeyi arzulamakla ve kendi diline ait kavramları tanımakla başlayacaktır. Bu öğrenme, şehrin insanına yüksek kültürle beraber, güzellik algısını kavrayışında da yardımcı olacaktır. Böyle bir arzu ve kaygı şehir insanının bir yapıyı inşa etme sürecinde estetiğe, planlamaya ve mimariye verdiği önemi artıracaktır.

Şehir insanı ilk olarak muhayyilesi geniş ve buna bağlı olarak ufku kendisinden taşan bir hüviyete bürünmelidir.
Şehir insanı ilk olarak muhayyilesi geniş ve buna bağlı olarak ufku kendisinden taşan bir hüviyete bürünmelidir.

Romalı mimar Vitruvius 2.000 yıl önce bizlere bu düzenin formülünü açıkça vermiştir aslında. ”Bir yapının üç temel özelliği olmalıdır der; Sağlamlık (güç), kullanışlılık (fonksiyonellik), ve estetik (güzellik)”. Bu nitelikler şehrin bütünü için de gereklidir. Bir yapıyı anlatırken üç temel yapısına dikkat çeken Vitruvius’un bu sınırlaması bizlere şehri ve şehrin insanını tanımlamaya çalışırken de yardımcı olmaktadır. Yine Edip Cansever ”İnsan yaşadığı yere benzer” derken iç içe yaşadığımız yapıların bizi inşa eden kişiliğimize de etki ettiğini göstermektedir. Bu bağlamda şehir insanının yaşadığı mekanda, entelektüel birikimi ve muhayyilesiyle birlikte yapacağı tanrısal dokunuşlar, köklü bir şehrin temellerini oluşturacaktır…

PAYLAŞ
Önceki İçerik12 Soruda Troll Hesap ve Trollemek Nedir?
Sonraki İçerikEdebiyatta Sürrealizm Etkisi
İbrahim Emin Sayöz
İbrahim Emin Sayöz, 1991 Kayseri doğumlu. İstanbul'da yaşamakta. Lisans eğitimini Kocaeli Üniversitesi Radyo Sinema Televizyon bölümünde tamamladı. Medya sektöründe çeşitli alanlarda görev aldı. Halen İstanbul Arel Üniversitesi, Medya Ve Kültürel Çalışmalar bölümünde yüksek lisans yapmakta. Sinemayla ve Edebiyatla ilgili. Okudukça, öğrendikçe hayreti artan, şaşkınlığını gizlemeyip bazen onu yazıya döken ve yaşamın hakkını vermeye çalışan biri.