Hayallerimin Kraliçesi NEVRA SEREZLİ

0
1782
Hayallerimin Kraliçesi NEVRA SEREZLİ
Nevra Serezli

N.S.: Ben Ankara doğumluyum. Ama daha kendimi bilmeden Bebek’e İstanbul’a taşınmışız ailecek. Bebekte gözümü açtım. Tabi bebek ilkokuluna gittim. Arnavutköy Kız Koleji’ni kazandım. Amerikan okuluna başladım. Orada daha birinci sınıfta İngilizcemizi ilerletmek için ufak piyesler yapılırdı. Ben orada bir erkek çocuk rolü ile ilk olarak İngilizce tek tük konuşarak tiyatro (güya) geçmişime başladım sayıyorum kendimi ve o gün çıktığım ve söylediğim iki üç cümleyi bile neredeyse hatırlıyorum. Çok heyecanlanmıştım. Fakat bütün sınıf beni seyrediyor ve ben sınıfın ortasında üç cümle ediyorum birden bir aura bir elektrik bir şey bana geçti yani bir tuhaf oldum. Ondan sonra bütün okul piyeslerinde oynamaya başladım. O kadar hayran kalıp o kadar kendimi kaptırdım ki ders bitsin provaya başlayayım ve ezber yapayım ve oyun oynayayım havasına girdim. Lise birde Afs bursunu kazanıp Amerika’ya bir seneliğine gittim. hala kendime şaşarım nasıl gidebilmişim o yılda 62 senesinde. Amerika’ya San Fransısco yakınında Palo Alto diye meşhur bir üniversite şehrine gittim. orada Amerikan okuluna başladım ve çok başarılı bir öğrenci oldum orada da ama tabi herkes İngilizcemin mükemmelliğine şaşırıyordu bir Türk talebesi olarak orada da son yıl piyesinde oynadım. Sonra geldim okul bitti üç sene daha kolejde okuyunca bütün Amerikan Üniversite’lerine tiyatro okumak üzere müracaat ettim. Şöyle dosyalarla hazırlık yapıldı günler sürerdi. Onları doldurmak hocalardan özel mektuplar özel işte iyi çocuktur şöyledir böyledir diye, mektuplarını yazmak onları yollamak  o devirde 14 günde gidiyor 14 günde geri geliyor. Açıyorum zarfı heyecanla tabi notlarım çok yüksek şu şu bölümlere kabul edildiniz ama tiyatro bölümüne hayır geliyor burs istiyorum çünkü param yok babam ben gönderemem seni dedi okutamam bir kardeşin daha var o da kolejde okuyor. Babamda normal bir ticaret adamı. Gelmiyor burs hepsinden kabul geliyor tiyatroya burs yok notlarım 85-86 filan 10 üzerinden mesela diyor ki İngiliz edebiyatı olabilir psikoloji olabilir felsefe olabilir ama tiyatro drama bölümü hayır çünkü drama bölümü oyunculuk ve kabiliyet esası senin notlarının yüksek olması oraya geçerli değil. Bir tek hatam oldu yıllar boyu kendime kızdığım tamam neye veriyorsunuz bursu İngiliz edebiyatı kabullendim. Git oraya yatay geçiş midir ne derler orda kendini göster orada odasına gir drama okumak istiyorum veyahut ta hem onu hem onu okumak istiyorum de iki sene sonra. Bunu ben akıl edemedim. Ve bunu babamda annemde belki gitmemi istemediler babam çok okumuş bir insan 4 lisan bilirdi. Babamda çekimser kaldı sanki kızlarını yollamak istemedi yıllar sonra bunu hissettim. O kadar akıllı bir adamdı ki onu akıl etmez mi Boğaziçi’ni bitirmiş Sorbone’u bitirmiş. Akıl etmez mi bu adam onu? Bence orada pasif kaldılar “aaa vah vah vermedi burs” çok moralim bozuldu. Fakat bütün imtihan devrini kaçırdım. Boğaziçi’ni kaçırdım. Konservatuarı kaçırdım bunları beklemekle. Kaldım mı ortada, bursta alamadım mı LCC nin tiyatro kursları vardı Nişantaşı’nda Abdi İpekçi’de onunda sahibi benim arkadaşımın çok yakın dostuydu o da paralı o da paralı biz ikimiz ona gittik Nevra böyle çok istiyor ama kurs parası filan… “aa dedi beni de çok sevdi sen burada yarım gün gel sekreterlik yap bende seni kursa sokayım.” Allah razı olsun ondan ben yarım gün ders saatine kadar sabahın köründe Bebek’ten Nişantaşı’na gidiyordum resmen masa başı sekreteri gelen telefonlar bilmem neler filan bir buçuktan sonra yıldız hanım geliyor müşfik geliyor şu geliyor bu geliyor Haldun Taner geliyor Haldun Dormen geliyor pıt derse giriyorum dersler bitiyor gene bir saat sekreterlik yapıyorum biniyorum dolmuşa Bebek’e gidiyorum bir sene böyle. Bir senenin sonunda bir gün bir telefon; “Haldun Dormen arıyor” dediler ben çok heyecanlandım artık sene sonu Haldun dedi ki “Nevra’cım seni ben izliyorum hem de kolejde “My Fair Leydi”  diye oynamışsın herkes çok met ediyor dedi ben bir piyese başlayacağım yazın turneye gideceğiz dedi eskiden Ayfer Feray oynamıştı o rolü” dedi. Gül hanım her şeyi unuturum bunu hiç unutmam “Gül hanım rolü için senin oynamanı istiyorum” dedi. Telefonu elimden düşürdüm. Hani filmlerde olur ya böyle. “Ne diyorsunuz Haldun bey” dedim. “Evet evet sana güveniyorum yaparsın sen” dedi. Hemen evde babama söyledim babam dedi ki; “Haldun Dormen’e izin var” dedi. Ben öyle başladım. Yani yukarıdan bir şey indi. Hayal bile edemem o sırada Dormen Tiyatrosu yıkılıyor. Bir Kenterler bir Dormenler. Ve Gül hanım başrol Ayfer Feray oynamış. “Cengizhan’ın Bisikleti” orada başladım arkasından Metin’ciğimle (Değerli eşi Metin Serezli’den söz ediyor) Füsun’un (Erbulak) oynadığı “Çıplak Ayak” diye bir oyun vardı Füsun hamile kaldı Metin’de ciğerlerinden hastalandı. Haldun dedi ki; bütün biletler satıldı ikimiz oynayacağız bu rolü dedi. Bir daha provaya girdik mi… bu sefer Füsun Erbulak’ın rolünü ben oynadım. Metin’in rolünü Haldun oynadı. İki piyesle turneye çıktık. Artık kaç ay sürüyorsa Anadolu eskiden öyleydi. Turnelere otobüse yerleşirsin dekoru da koyarsın artık Antakyalara kadar bilmem nerelere kadar dolana dolana her gün bir oyun oynaya oynaya bir ay bir buçuk ay Anadolu yollarında. Beni  hayatım başladı bunula başladı. Bursa’dan başladık büyün Anadolu. Ondan sonra Ankara sanattan teklif geldi. Durdurun dünyayı inecek var Genco Erkal oyuncu bulamıyordu hatta Ayla Algan’a da teklif etmişlerdi Ayla hanım oynayamamış bir şey olmuş oranın müdürü Haldun’u aramış demiş ki; böyle böyle kabiliyeti olan şarkı söyleyebilen dans edebilen sende Nevra diye bir oyuncu varmış kolejde “My Fair Leydi” yi oynamış bize onu bir sezonluk verir misin? Daha ikinci senem. Haldun çağırdı beni dedi ki; “seni hiç vermek istemiyorum ama bir sezon için Genco (Erkal) çok rica ettiler gider misin? dedi. Ay ben Ankaralara gidemem dedim. Metin o sırada dedi ki; “bak Nevra çok kabiliyetli bir kızsın böyle bir rol hayatında bir yada iki kere gelir insana bence kabul et git” dedi. Ben zorla Ankara’ya gittim. Amerika’ya gidemedim Ankara’ya… bir sükse “Durdurun Dünyayı İnecek Var” Ankara Sanat Tiyatrosu’nda kapılar kırılıyor. Böyle bir şey yok 67 senesi. Genco müthiş sükse, ben milletin ağzı açık kalıyor bu kız kim? Şarkı söylüyorum 5 ayrı kadın tipi oynuyorum çokta gencim çokta güzelim sahnede böyle sonradan bir sürü tiyatrocu arkadaşımdan senin dedikodun Ankara’da çok yapıldı derlerdi. Bir kız gelmiş ki tiyatroya yıkıp geçiyor güzel mi desek vücudu da güzel kendi güzel sesi güzel dans ediyor ne bu ya!!! Böyle bana espri yaparlardı. Tabi çok başarılı geçti. Döndüm tekrar Dormen o sırada Metin’le evlendik. Metin’le piyesler uzun yıllar Dormen’de çalıştım. Sonra Haldun Metin’le Altan kendi tiyatrolarını kurmak istediler oynamak istedikleri oyunlar vardı. Çevre tiyatrosunu kurdular. Tabi onunla çevre tiyatrosuna gittim. 7 sene çevre tiyatrosu Koca Mustafa Paşa da yine kapılar kırıldı. Fakat sonra bu kötü devir 80 dönemi silahların patlaması şuydu buydu orada çevre kötü bir hale geldi Altan Erbulak yapmak istemedi yani biz oyun oynuyorduk silah sesi geliyordu yandan. Mecburen tiyatroyu hiç borçsuz kapatmak zorunda kaldık. Sonra Haldun Kastelli Vakfı’nda müzikal yapmaya başladı ondan sonra “Hisseli Harikalar” sonra 86 da Deve Kuşu Kabere’yle 4 sezon. Sonra tekrar İstanbul tiyatrosu Gencay Gürün’le oyunlar. Sonra tekrar Dormen’in ikinci Kurtuluştaki sahnesi…

S.Ö.: Kaç yılına kadar peki tiyatro?

 N.S.: Hep var tiyatro en son Cihan Ünal’la 6 haftada 6 dans dersini oynadım herhalde 6 sene falan oldu. En son onunla tiyatro. Ondan sonra 5-6 sene bilemedin 7 sene olmuştur yapamadım çünkü oyun yok. Metin öleli 4 sene oldu ondan önce iki sene 7 sene falan öncedir. Ee tabi özlüyorum ama hala geliyor senaryo tiyatro piyes. O kadar yüksek noktada 4 sezon merdivenlerde insanlar 500 kişi ayakta alkışlandım ki o piyesle onun üstüne geçecek onun kadar iyi olabilecek Cihan Ünal’la  birlikteydik iki kişilik oyundu. Gezmediğimiz yer kalmadı. İzmir’i 10 kere gittik. Seyirci bitmiyor, talep geliyor, yine gelin dolduralım.. artık böyle yorgunluktan ölüyorduk çünkü hep oyun istendi. Onun üstüne bir şey beğenmek zor oldu bana. Birazda ondan bunca sene.. mesela bu sene yine iki tane oyun yolladılar. Hep ben onunla kıyaslıyorum. Onun başarısı ve onun bana verdiği mutluluğu kıyaslıyorum. Bu rolle o kadar mutlu olamayacağım şu rolle mutlu olamayacağım. Ee şimdi belli bir hayat şeyimde oldu torunlarım var onlarla hayatımı çok tatlı geçiriyorum. Artık Anadolu turnelerine filan yorgunluktan değil artık torunlarımla yaşamımı sürdürmek istiyorum ama boşta oturmaktan hoşlanmıyorum. Bu arada güzel dizi filan da gelmedi yani içimi titretecek hiçbir şey olmuyor. Olmayınca da oturup bekliyorum

S.Ö: Sihirli annemde çocuklar size hayrandı. Çok güzel bir roldü.

 N.S.: Evet o da 5 sene sürdü.

S.Ö: İçinize sindi mi?

N.S.: Ee tabi. Bir tek gün o çekime giderken üzüldüğümü hatırlamıyorum. Çünkü o kadar mutlu oynuyorduk ki, o kadar keyif alıyorduk ki. Ya koskoca kadınlardı Gül Onat, ben, İnci Türkay, Ayşen falan palyaço kılığına giriyorsun ertesi günü geliyorum sete sen bugün kuş olacaksın diyorlar falan zevkten dört köşe. Hadi makyajlar yapılıyor tüyler takılıyor bu gün seni kel yazmış diyor kafalar kazılıyor peruklar geçiriliyor kel oluyorum. Bir gün bilmem ne oluyorum bir gün timsah getiriyorlar timsahla oyna diyorlar. Biz kendimiz çocuk olduk o diziyi çekerken. O yüzden çok mutlu geçti.

S.Ö.: Yaşamınızda keşke bu rolü oynamasaydım dediğiniz bir rol oldu mu?

N.S: Hiç. Çok başkasının oynayıp da ay ne güzel rol keşke ben oynasaydım dediğim olmuştur şimdi hatırlamıyorum ama. Sanatçı hep kıskançtır. ama keşke bu rolü oynamasaydım dediğim hiçbir rol yok. Çünkü özel tiyatro olarak çalıştım hep beğenmediysem oynamadım zaten. Beğenip içime sindiği için oynadım. Hepsi tuttu mu tabi ki hepsi tutmadı ama şöyle bir skalasına bakınca oyunlarımın genellikle tutmuş oyunlarım var. Çok böyle flop olup ta üç günde kalkan oyun çok az hatırlıyorum.

S.Ö.: Peki tiyatromu sinemamı TV mi desem?

N.S.: Tabi ki bir tiyatrocuya bu soruyu sordun mu tiyatro der kafadan. Bende aynı fikirdeyim. Çünkü bir de bir duyguyu yerleştiriyorsun kendine şimdi sizler bunu çok zor anlarsınız seyirci olarak mesela buradan kalkarsın 5 buçukta yola çıkarsın mesela son oyunumu hatırlayayım şimdi; Profilo’da oynanıyor bir kere o gün hiçbir iş almam hiçbir şey yapmam oyunumun olduğu gece. Hiçbir şey yamam ama bir sporcu gibi yediğim içtiğim o gaz yapmayacak o bağırsağımı bozmayacak falan. 5,5 buçukta belki şimdi olsa 3′ te çıkmam lazım bu trafikte. Ama o zaman 5 buçuk 6 da çıkardık. Tiyatroya girerdim merhaba merhaba odama girerdim çocuklar bir kahve söylesenize bana. Makyaj aynamı makyajlarımı çıkarır keyif içinde makyajımı yapar ki yaşlı oynuyordum güzelleşmeme de gerek yoktu çok rahattı birazcık pudra sürüyordum. Lafları bir böyle kafadan geçirirsin. Cihan (Ünal) gelir “merhaba Nevra iyi misin” iyiyim o zil saati gelene kadar odamda başka bir heyecan ve dünyanın içinde beklersin. Çok uzun zaman oynamışsam bir arkadaşının bir tanıdığının kulise gelmesi ya da o gün oyuna gelmesi sana bir motivasyon verir açıkçası. Mesela yüz ellinci oyunda sizi tanıyorum bugün siz geliyorsunuz pır pır bir yüreğin oynar. Sanki o oyunu o gün sana ithaf ediyormuşum gibi. Ama bu çok oynadığın oyunlarda artık o kadar oynamışsın ki o sana heyecan katar biraz, hoşumuza gider. Hatta ben derim tanıdık biri gelirse haber verin derim. Böyle bir heyecanlanırız. Kaç senelik oyuncu iken bile. Sonra kulise gideriz perdenin arkasına üçüncü zilin çalmasını beklerken ki o bekleyiş bunu kelimelerle anlatamıyorum. Doğuma girdin doğuracaksın kız mı oğlan mı olacak beklemesi vardır ya hani. Seyirci sesi gelir ve perde açılır. Bu gün olsun aynı şekilde heyecanı anlatmam mümkün değil. Ve ona bir girersin ruhunla kafanla duygularınla bir başlarsın ilk cümleye ne evin ne pişecek yemeğin ne kiracın ne torunun ne kocan hiçbir şeyi hatırlamadan  işte o duygu kendini yukarıdan uçuyormuş gibi hissetmek. Yani her şeyle kapatıyorsun kendini sadece rolüne tekste oraya odaklısın. Yani içinden çekiliyorsun sen, sen olarak. O duyguları anlatmak mümkün değil. Bence tutku haline gelmesi tiyatronun bundan. Ben çok film çevirdim çok televizyonda da oynadım öyle durumlar vardır ki senin o sahnede ağlaman gerekir ya da çocuğunu kaybetmişsindir o modasındır. Tam o moda girerken “abla biraz sağa kayar mısın?”, “rujunun rengi koyu geliyormuş rujunu değiştir.”, “oğlum lambayı oradan çek.” Deli olurum. Çünkü ben o konsantrasyona girmek isterim. Veya tam lafa gireceksin “şu yastık görünmüyor.” O kadar zor ki o havaya tekrar girebilmek. Hani hiçbir zaman öyle sessizlik oyuncu kendini bulsun sakın ha etrafta dolaşmayın falan yok. Buranda bi adam görüyorsun mesela yere çömelmiş sana bir spot ışığı tutuyor. Sen o sırada çocuğunu düşünüp kaptırman lazım. Çok yorucu oluyor. Sen ondan kopacaksın adamdan kopacaksın rejiden kopacaksın her şeyden kopup onun içine gireceksin ee bunu tiyatroda yapmak çok kolay oluyor. Ve ya Bir saniye oynuyorsun bir de bunu sağ taraftan çekelim. Tekrar. Düğmeye basıyorsun tekrar o moda giriyorsun. Tabi bu dram oynarken. O moda giriyorsun sonra tekrar bu sefer yeni baştan aynı duyguyla. Göz yaşını da akıttın tamam mı, yemek molası veriyorlar abla diyor bir de yakın planını çekeceğim senin diyor. Sen koptun gittin pilavını kuru fasulyeni yedin gene aynı yere oturuyorsun bu sefer yakın plan çekecek. Yemek öncesi çektiğin sahnenin bütün o atmosferin içine girip devam etmen lazım, yaparım. Onun için ben şeye de inanmıyorum sevişme sahnesi hiç zor olmuyor. Çok zor oluyor ya insan bu kadar şeyin arasında onu oynamak o kadar zor ki ve ya ona bir şey hissedebilmek hakikaten belki adamla tam öpüşürken buradan bir adamda sana beyaz kağıt tutuyor buranda parlama olmasın diye hadi gel orada öpüş aşk sahnesi çek bütün bunları seyirci görmüyor. Çok kolay  zannediyor konsantre tek başına oh onunla öpüş burada ağla. Şuranda bir adam buranda bir kağıt… komedi daha kolay tabi. Çünkü bir tekniktir komediyi oynamak. Ben konsantre olarak oynamayı seven bir oyuncuyum. Çünkü o sırada ben kendim zevk alıyorum konsantre oynamaktan. ben ne istiyorum mesela orada o bölümümü anlatıyorum çocuğumu mu kocamdan ayrılığımı orada ben ona gireyim oynayayım bütünüyle o beni ister yakın çeksin ister bilmem ne ama tekrar geriye dön başa sar şimdi böyle yap onlar beni sinemada ya da televizyonda aslında mutsuz ediyor. Onun için tabi tiyatroyu baştan sona oynadığım için tercih ediyorum. Bunun da bir tekniğini bulmak gerekiyor. Yani şöyle; belki de çok fazla içine girmemek gerekiyor çünkü biliyorsun ki sen burada bu duyguyu verirken beş kere daha seni buradan buradan ve buradan çekecek yani onu biraz daha teknikleştirmek gerekiyor o tip oyunculukta. Veyahut ta hangi saniyede o göz yaşını akıtacaksın? Ona kadar var. Görüyorum bazen mesela öyle güzel yerde o damla geliyor ki çok güzel ayarlamışlar diyorum hani salya sümük değil de bir bakarsın bir laf ederken şuradan akar. Kim bilir orada ne kadar zorlanma olmuştur bunları seyirci o sırada oynarken tabi çok fazla hissetmiyor. Geçen gün bir müzikal gördüm hürce akmanın müzikali müthiş! Sonra onun arka perdesini gördüm mesela ay bir tuhaf oldum çünkü aynen o da adam önde çıkıyor müthiş şarkılar söylüyor iki dakika önce blue jeanleriyle orada prova yapıyor hiç aynı havada değil o orada öyle sonra ben bunu öyle görüyorum yani arkasını ve önünü gördüğün zaman o illüzyon aslında çok yok edici bir şey. Belki de vermemek lazım. Çünkü zaten bu iş hayal ürünü. Ve de yaratmak kafanda da yaratmak. Gerçeğini bildiğin zaman işte mesela şimdi sen ben orada çok duygulu bir sahne oynarken yere çömelmiş bıyıklı bir adamın blue jeanıne uzanmış elinde de bir tane pano tutmuş ışığı yansıtırken ki halini görsen benim o duygulu oyunum seni etkiler mi?

S.Ö.: Biz bazen arkadaşlarla konuşurken bazen eşimle de bu konuyu konuşuyoruz işte sevişme sahnesi diyoruz ki ya şimdi bu adam ve kadın bunları yaşayıp da acaba aralarında bir şey geçmiyor mu bir his duymuyorlar mı?

N.S.: Sen kendi kocanla yaşadığın hayatı düşün ve ya herkesin mahrem yatak odasını düşün senin kayınvaliden ve komşun senin başucuna dikilmiş sizi seyrettiğini düşün sen kocanla intimit bir şekilde içinde hoşlaşmış sevişmeye çalışıyorsun. Hadi kayınvalideni vazgeçtim yan komşun gelmiş bekliyor orada hadi bakayım onun gibi bir şey. Sonradan o yaklaşmadan bir elektriklenme bir hissiyat olabilir sonrada akşam bir yerde yemek yerken bir şey olabilir her oyuncu arasında o geçebilir ama o anda oynarken hissetmelerini mümkün kılmıyorum yani. Orada da teknik var mesela tam öpüşürken rejisör oradan provada diyor ki çok kapandın suratını göremiyorum hafif dudağını bu tarafa doğru eğ de öpüş diyor. Bütün bu tekniği o sırada kafandan geçirmek zorundasın. Yani öyle dal git Allah diye olmadığı için.

S.Ö: Eğitimle ilgili belki de hani bunun eğitimini aldığınız için.

N.S.: Eğitimini de alsan o anda ki durum öyle. Yani şöyle hem içine girip hem içine girmemek. Çünkü çok teknik olay oluyor. Kimse sana ben kamerayı dayadım istediğiniz gibi bulun sahneyi ne çıkarsa bahtıma diye bir olay yok. Kızımı kaybettim dediğim sahneyi beş kere ayrı yerden çekiyor. Her seferinde aynı şeyi tutturmak zorundasın. O sırada çünkü kafan ve beynin çalışmak zorunda sırf duyguyla değil. Onu yakalamak zorundasın matematik yapmak zorundasın yani. Aslında sahnede de öyle tiyatroda hem içine giriyorsun rolün ama sahneden düşemezsin demek ki kaç adım gideceğini bilmek zorundasın. Ve ya dekora çarpamazsın yani çok konsantre oldum kendimden geçtim ben bir oynuyorum dünyayı unutuyorum olur mu? bu yastığa çarpma bu masaya çarpma sahneden düşme ışığı al. Bütün bunlarda kafanda  dink dink dink geçecek aynı zamanda.

S.Ö.: Tiyatro tam oyunun en heyecanlı yerindesiniz kal geldiği oluyor mu? oluyorsa orada ne yapıyorsunuz?

N.S.: Olur. Valla orada genellikle diğer oyuncu seni kurtarmaya çalışır. Bunu Cüneyt Gökçer’de yaşamıştır Cihan Ünal bile bilhassa benim önümde bir gün yaşadı bende yaşadım. Altan Erbulak’la bir sahnede beni sahneden çıkarttı sekreteri oynuyordum kızım sen bir git dedi baktım geldim durdum o sırada adın ne deseler Nevra diyemiyorsun. Bir boşalma beyin boşalması geldi derler. Ya tekrar kendini toplayıp bir yerden yakalayıp devam etmeye çalışıyorsun bu çok soğukkanlılık gerektiren bir şey yani trak geldiğini hissedeceksin nasıl kurtarırım diyeceksin bildiğin bir yere atlayacaksın ya da karşındaki zaten hemen anlaşılır boş bakarsın karşındaki sana hatırlatmak için senin cümlenin veya soru şeklinde sorup sana yakalatır ama yakaladın mı yine devam edersin. Çünkü o bir bilgisayar. İki kişilik oyundayız Cihan’a geldi Cihan’ın ezberi herkesten mükemmeldir böyle durdu bende çok paniğimdir sahnede hatırlatmak için “sen şunu mu sormak istiyordun” diye soruyorum bakıyor yine bana fakat seyirci anlayamıyor bu bir saniye filan bize yıllar gibi geliyor. Sonra nasıl oldu bilmiyorum mizansenden mi hatırladı bir şey oldu tekrar düğmeye bastı aynen devam etti çıkınca dedi ki ay çok mu belli oldu, hayır Cihan hiç belli olmadı ama senin yüzünden anladım ben dedim. Gitti dedi yani neredeyim ben bilmiyorum? Nasıl bir şey o ya çok yorgunluktan oluyor ya beyin artık o kadar doluyor ki laflarla işlerle bir yerde bir saniyelik iki saniyelik elektrik kesiliyor. Korkulur bundan hep mesela şarkıda ben hep korkarım şarkı sözünde ama koskoca starlar Ajda Pekkan devamlı unuturmuş. Bilmem kim uydururmuş lafları.

S.Ö.: Aileniz çok güzel maşallah iki oğlunuz var.

N.S.: İki oğlum var Selim, Murat. Selim müzik piyasasında Üniversal müzikte, Murat mimarlık okudu fakat bu işi yapıyor seviyor şimdide çok başarılı oldu. Ama hep çok okudu çok kitap okudu bütün filmleri seyretti notlar tuttu. O kadar kendini geliştirdi ki neredeyse bana ders verecek hale geldi. Çünkü çok okudu. Amerika’dan kitaplar getirtti. Drekting (Yönetmenlik) üzerine yöneticilik üzerine ve oyun yöneticiliği üzerine kitaplar okudu. Bana bazen bir şeyler anlatıyor mesela aa öyle miymiş ben o kitabı bilmiyorum Murat diyorum. çünkü bizim devrimizde o kadar şeyde yoktu. Piyes bulmak için sahaflara giderdik. Metin’in eskiden kalma tiyatro oyunları böyle kağıtlar erimiş, kültür bakanlığı çıkartırdı. Onları bulup oynardık mesela her istediğin piyesi pıt diye hayatta bulamazdın. Şimdi internet var, o kadar büyük şans var ki çok güzel bir devirde çocuklar. Benim minicik torunlarım bile bir şey olunca nene Google’den bakalım öğrenelim diyor. Bir dinazoru merak ediyor bilmem neyi merak ediyor ve ya bir soru soruyor ben cevap veremiyorum bir dakika diyorum Bestecim bakalım nasılmış diyorum kelebeklerin bilmem nesi bak diyorum böyleymiş diyorum. bilmem ne balığı hangi renkmiş nene ben resmini çizeceğim bilmiyorum. Hadi koş ansiklopedilerimiz doluydu evde de şimdi resmiyle görseliyle çıkıyor karşına. Ve artık bilgi toplamana da gerek kalmıyor çok fazla çünkü Google amca var ona bakıyorsun. Eskiden yaş saklanırdı şimdi kaç yaşındasın kardeşim söylemiyorum tak bakıyorsun bilmem kaç doğumlu. Eskiden ne güzel herkes saklardı. En az beş altı yaş atardı havadan kimsede bulamazdı anca ansiklopedi karıştıracaksın filan. Daha burada ekranda görüyorum yalan atıyor pat bakıyorum doğum tarihine.

S.Ö.: Murat beyin dizisini hep izliyoruz sürekli izlerken ne kadar yakışıyor askerliğe diyoruz.

N.S.: Ruhunda varmış. Metin’e de çok yakışırdı. Metin bir iki tane albay oynadı anormal yakışıklı o 36-40 yaşlarında mesela. Bir piyeste sahneye çıktığı zaman bir Amerikalı pilot üniformasıyla çıkardı lacivert kadınlardan şöyle bir ses gelirdi “Aaaaaa” ve ben kıskanırdım. Ve bakardım sahnede birisi bir gün dedi ki ya ağzının suyu akıyor sahneye bakarken metine biraz topla ağzını dedi. Ben böyle dalmışım aynı oyundayız o böyle kapıdan girip de böyle kendi de farkında tabi kullanıyor onu, ben kaymışım sahnede aval aval Metin’i seyrediyorum. Sonra eve gelirdik mesela eşofmanla dolaşırdı “ya Metin derdim sahnede daha yakışıklı duruyorsun evdeyken de giy o üniformayı.” Kızım manyak mısın üniformayla evde mi dolaşacağım kahvemi içeceğim?  Derdi. Tabi sahne imajı film imajı farklı. Şimdi ki yakışıklılara da bak ekranda büyüyor ekranda bambaşka. Hugh Jackman mesela en son filminin provasını seyrettim. Adamın hafif saçları açılmış peruğunu takmamış üstünde bir eşofman bol terler içinde öyle prova yapıyor ondan sonra o giyiniyor aslanlar gibi kükrüyor bir çıkıyor sahneye çünkü orada ki o imaj onu daha da yüceltiyor. Normal insan her dakika evinde öyle dolanamaz. Jennifer Lopez’de olsan öyle dolanamıyorsun, eşofmanınla dolaşıyorsun makyajsız. Sahne imajı ve ekran korkunç bir şey.

S.Ö.: Peki kızımla konuşurken onlarda radyo televizyon okudular ikisi de ikizlerim var benim.

N.S.: Ay ne güzel bizim de var ikizler. Murat’ın ikizleri var Beste, Bade ikiz.

 S.Ö.: Evet biliyorum araştırdım. kızım dedi ki anneciğim dedi eşinden söz ettiğin zaman o kadar üzülüyor ki hemen yüzü düşüyor sakın sorma dedi. Kaybettiğini sorma.

N.S.: Hayır çok üzülüyorum, şimdi geçen gün yine burada dört sene bitiyor, birisi aşk ve evlilik üzerine birisi birisinden bahsediyor. Çok hüzünlenirdim. Şöyle hüzünlendim çok güzeldi bizim aşkımız fakat Allah vergisi bir iyi niyet şeyim olduğu için mesela Metin’in hastalığını da hep bir imtihan olarak yorumladım. Allah’ın herkese verdiği bir imtihan var millet nelerle uğraşıyor bu da bizim ailemizin imtihanı ben bunu kabul etmek zorundayım ve hayatta Allah’ıma inancıma isyan etmemek zorundayım diye yorumladım. Ve bunu normal bir olay olarak beynime yerleştirdim. Yani insanlar doğar mutlulukları olur mutsuzlukları olur hastalık olur eşini kaybedebilirsin anneni kaybettin babanı kaybettin bu bir süreçtir herkesin yanından bu geçecektir. senin bir ayrıcalığın yok. O zaman isyan etme kabullen. Bu kafayı yıkadığım için çok kötü gitmedim o süreç zamanında bekledim hep bunu; bu olacak başıma gelecek ve ben bunu kabulleneceğim. Sonradan daha çok koyuyor zaten. Mesela şuanda daha çok koyuyor ilk günlerdekinden. Çünkü neyi kaybettiğini anlıyorsun. Hiç kıskanç bir huyum yoktur aslan burcuyum ama hırslı ve  kıskanç değilim. Metinle hep konuşurduk ya 1000 yaşımıza da geleceğiz yine biz el ele sinema seyredeceğiz değil mi derdi. Mesela o hayal beni yıkıyor. Niye doksanında sekseninde tikrek tikrek yine bir filme gitmişken el ele seyretmeyelimin üzüntüsü. Herkes aşk arıyor biz zaten bulmuşuz niye daha erkenden çünkü hastalanmasaydı 8-9 sene yaşayabilirdi çünkü kalbi sağlamdı vücut sağlamdı canavar gibi kafası çalışıyordu.

S.Ö.: Ayla hanımda öyle biliyorsunuz eşini bir anda kaybetmiş.

N.S.: Beklan’ı biliyorum evet. Yani kaybettiğin aşka üzülüyorsun. Sonra yine iyi niyetimle şöyle düşünüyorum o kadar çok aşkı bulamayan insan var ki bu hayatta ben çok şanslı bir insanım 48-50 sene elini arayacağım, şu kapıdan girince yüreğimin pır pır edeceği; bunları söylemek istemiyorum kıskançlık olmasın hoş artık bitmiş gitmiş ama yine de insanların içinde kalabilir, ben gerçekten telefon çaldığında Metin’in sesini duyduğumda heyecanlanırdım; son gün bile. Nevvv!!! Diye açtığı zaman; hani ilk genç kız zamanları sevgilin sana dışarı sokağa çıkma teklif ettiğinde yüreğin pır eder ya öyle hissederdim.

 S.Ö.: Nasıl korudunuz şimdiki evliliklere bakıyorum; sabun köpüğü gibi bir evleniyorlar bir bakıyorsunuz boşanmışlar.

N.S.: Hayatım aşksız evlilik yürümez. Aşkta aman aman aşk, sevgi, saygı, onu düşünmek aşk onu düşünmek ama kendini kaybetmemek yani kendi benliğini de yok etmemek. Bir çok kadının yaptığı gibi ben saçımı süpürge ettim kocam için, hayır öyle bir şey olamaz. Ama hakikaten bir yerin pır pır etmesi. Bir de küçük sürprizler yapmak. Onu hoş etmek. Yani sen şimdi kızın için evlatların için ben oğullarım için şimdi de torunlarım için  gece yarısı uyanıp çok sever bir kek yapayım pır pırı hissedebiliyor musun yani benim için murat gece 3 te beni arasa ya anne bir omlet çekti canım dese oğlum uyuyorum şimdi omletin sırası mı der miyim? Hayatta demem. Hatta dese ki Migros’u açtır al oğlumun canı çekmiş derim. Bunu kocana da yapabiliyorsan o evlilik yürür. Şimdi kadın dönüp de yok ya iyi misin sen yapıyorsa ertesi gün o adam gitmekte haklıdır. Ama adamda aynı şeyi karısı için yapmalıdır. Bir gün yoldan giderken bir gül alıp kapıyı çaldığında canım karıcım benim sen bu gün çok yoruldun mu bak deyip bir liralık bir gülü de verebiliyorsa  o zaman yine yürür. Kadın da hoşlanmak ister kadın da poh pohlanmak ister değerinin bilinmesini ister. Bir yerde benim güzel karıcığım denilmesini ister. Her dakika eleştiren eleştiren ayy bu pilavı nasıl pişirdin, yok böyle pilav ya dediğin zaman o kadının küçücük şeyden mutluluk duyduğunu bilmek ister. Ee bunları yapma ondan sonra evlilikler yürümüyor. Kavgaya varım her zaman kavga olsun çocuğunla da kavga et kocanla da kavga et bizim en büyük kuralımız hiçbir zaman kavgalı yatmadık hiçbir zaman yatağa dargın girmedik. Bazen ben cilveden darılmış gibi yapardım ki akşama çiçek getirsin diye ve ya da omuz silkerdim istemiyorum işte bilmem ne derdim o da kahve yapıyım sana derdi hoşuma giderdi yani oynardım tiyatro oynardım yani. Ve hep metin bir şeye bozulduğum zaman şu koltukta otur gel çabuk öp burdan elimide öp özür dile çocuk gibi ben de ne özür dileyeceğim ya sen benden dile. Öpp dile bakayım böyle cilveden bağırırdı. Bunları oynardık, kazık kadar insanlarken. Yani evlilik bir evin içinde mutluluğu paylaşabiliyorsan o evlilik evliliktir. Yoksa sırf çocuk için oturmak para için oturmak sırf statü için oturmak bir kocam var deyip sokaklara çıkmak için değil. Ama herkes o sevgiyi bulabilir mi herkes doğru evlilik yapabilir mi belki onu dışarıda bekleyen bam başka bir kişi var onunla daha mutlu olacak onu bilemeyen ailelerin ayarladığı evlilikler olabilir mecburiyetten evlenenler olabilir. Onlara sürdürün bu evliliği demek çok zor o yüzden ben hep; oğullarım da iki şer kere evlendiler demek ki ilkinde istedikleri olmadı veya kadınların onda istedikleri olmadı çok fazla üzülmedim demek ki yanlışmış dedim bulacak. Nitekim ikinci evliliklerinde Allah’a bin şükür mutluluğu buldular çocukları buldular. Şimdi geriye dönüp baktıklarında onlar ayrılırken üzüldüğümüz şeylere mesela gülerek geçiyoruz şimdi. Olmuyormuş demek ki. Ne iyi oldu da akıl edip ayrılabildiniz çünkü onlar da sonra evlenip mutlu olabildiler. Demek denk değilmiş. Uymamışlar.

S.Ö.: Belki mesleklerinde uyması lazım.

N.S.: Hepsi okumuş kızlar hepsi üniversiteliydi. Halada öyleler.

S.Ö.: Demek istediğim siz sanatın içindesiniz hiç sanata yakın olmayan biriyle evlenebilir miydiniz?

N.S.: Benim sanatıma engel olmadıysa evlenebilirdim. Mesela doktor bana hayran ben ona aşık oldum ama derki ben koskoca profesörüm  hastanenin baş hekimiyim sen kalkıp da dizi de fantiri foşfoş oynayamazsın ya da bilmem ne. Belki aşkımdan çünkü aşksız evlilik zaten yapmazdım belki ilk zamanlar para da geliyor evimde rahat oturayım derdim ama sonra kaşınır mıydım izin alır mıydım adam bana hiç izin vermezse ömür boyu tiyatro diye ölmüşüm mutsuz olur muydum hangisi ağır basardı şimdiden ahkam kesmek çok zor.

S.Ö.: Peki eşitlikçi misiniz özgürlükçü mü?

 N.S.: Özgürlükçü. Ama Allah’tan Metin’de öyle biri çıktı karşıma. Hayatında bir kere olsun 50 sene bu rolü oyna bu giyme; çok güzeldim gençliğimde film teklifleri sahne teklifleri, gençlikte hakikaten şimdi bakıyorum eski resimlerime de hakikaten öyleymiş. Ve şimdiki devir olsaydı demek ki bütün diziler filan bana gelirmiş gençliğimde.

 S.Ö.:  Levent Kırca’yla bir filminiz var.

 N.S.: Ne olacak şimdi.

Yani şunu demek istiyorum o gençlik güzellikte bile bir kere Metin o biraz dekolte biraz mini bacakların görünüyor onu giyme Nevra bu ne bikini ya olur mu filan hayatta demedi. Sonra bir gün dedim ki ya hiç mi kıskanmadın beni? O kadar hep aklı başındaydın ki o kadar kendi otokontrolünle abuk olmayan bir şeyle dolaşırdın ki benim itiraz etmeme gerek kalmazdı. Sen kendi kafandan zaten o sansürü yapıyordun. Bana güveniyordu ama sorardım da hep metin şöyle şöyle bir tekst geldi ne olur oku tamam derdi mesela o gece otururdu okurdu bence olur oynayabilirsin istersen derdi.  Benim içime çok sinmemişse çok tartışırdım. Oynamamalı mıyım niye oynamalıyım sence rol nasıl filan böyle uzun zaman tartışırdık. Hatta espri haline gelmişti bir şey teklif ettikleri zaman sor bakalım metin abi ne diyecek? Metin abi izin verecek mi? Ama o da bana sorardı. Bir film teklifi gelirdi ya yine Türkanla aynı rol ya yine mi metin para için yapıyoruz şimdi bunları biz tiyatrodan sanatımızı yapıyoruz para için yap tabi ya ne zararı var? Nitekim ne zararı olmuş ki her dakika gazino patronunu oynattılar Metin’e kötü adam Türkan Şoray’ı tokatlayan adam. Ama evimizi aldık çocuklarımızı büyüttük. Yine o rol diye düşünme derdim dur be haklısın derdi yıllar sonra unutulacak geçilecek zaten derdi. O koltuk hep onun koltuğuydu bende hep böyle akşamları burada hep tartışma şunu mu yapalım bunu mu yapalım sen onu demedin ben bunu dedim o oyun olmaz sen bunu yapmayacaksın bilmem ne. Piyes sahneye koyardı gitmek istedim daha gelme derdi. Şimdi gelirsin hemen kritik edersin daha bir şey çıkmadı ortaya sonra zaman geçerdi nev istersen bir ara uğra bir bak bakalım. Ben arkada karanlıkta otururdum seyrederdim biraz not tutardım. Ne kadar değer verici bir şey ya o kadar değer verirdi ki benim notlarıma o sana o kadar güç veriyor ki yılların rejisörü senden daha büyük tecrübeli bir insan karısını adam yerine koyuyor ona soruyor. Aslan burcu olarak o bana o kadar güç veriyordu ki metin beni dinler o benim laflarıma ve eleştirime okey diyor okey demeye de bilir ama dinliyor. Bir kadın olarak bir oyuncu olarak senin zaten taltif ediyor. Sen kendini değerli hissediyorsun. Ne anlarsın sen ben git işine diyen bir erkek değildi.

S.Ö.: Ama egosu yokmuş demek ki.

N.S.: Onunda yoktu benimde yoktu. Hangimizin ismi üste yazılacak Nevra Serezli mi Metin Serezli ya ne fark eder aynı evin adamıyız yani. Murat’ta mesela çok fazla dizide oynadı bu dizide bir tek ikinci yazılıyor çok önemli rolü. Bir kere bile gitti yerde ama ben kaçıncı sıradayım demedi. Murat’a dedim ki soruyor musun? Ne soracağım anne dedi zaten rol çok güzelse seyirci seni birinci sıraya koyuyor. Üçe yazsa ne olur kırka yazsa ne olur. Eskide kalmış onlar assolist üste yazılır diye, sen role bak role derdi. Aynı kafadayız. Bizim aile nasıl biliyor musun ne para konuşurduk hala aynı o da aynı bizim ekol, ne metin ne ben şimdi bana bir televizyon filmi projesi geldi dün okudum fena değil beyaz dizi aşk hikayesi bende orada yaşlı bir kadını oynuyorum, oynarım sıkıldım; en ufak bir fikrim yok kaç para isteyeceğime dair. Hiç de umurumda değil. Başka ilk iş kaç para alacağım diye geliyor mesela. Murat’ta öyle. Oğlum anlaştın mı ya, bir şekilde anlaşırız. Biraz salakça bir şey bu piyasada belki fakat ruhumuz bizim öyle. Metin, adını vermeyeceğim bir tiyatroda oynardı yevmiyeli alacak parasını üç dört ay almazdı para, ne oldu metin? Ay ödemediler ya. Yav git söylesene, ya nasılsa öder. Hâlbuki ki biz de ev geçindiriyoruz. Yani sonradan mühim olaylar haline geliyor o. Bu devrin adamları değiliz tabi bu konuda kafada herkes iddiacı ismim yazılsın en büyük parayı ben alayım filan ama mutlu muyduk mutluyduk hala mutlu muyum mutluyum geçinebiliyor musun Allah’a bin şükür geçinebiliyorum. Daha fazlasını istemeye hayal etmeye iddia etmeye bir tek hastalık vermesin Allah mecbur kılmasın çocuklarımın bir mecburiyeti olmasın tüm aile bu kafada. Öyle yetişmiş öyle gidiyor.

S.Ö.: Peki şunu da sorayım kendiniz için uyguladığınız bir bakım güzellik reçetesi ya da spor yapıyor musunuz? Yediklerinize dikkat eder misiniz?

 N.S.: Yediklerime mecburen tansiyon ve şekere meyilli olduğum için çok istememe rağmen biraz dikkat ediyorum. Çok rahat kilo veremiyorum yıllardır üstümden atamadığım 5-6 kilom var. Bu hastalıkla iki kilosu gitti. Fakat öyle bir perhiz olamaz normale dönünce de belki de geri de aldım biraz elbiselerden verdiğimi hissediyorum pantolondan filan. Metabolizmam çok ağır çalışıyor. onun için normalde kendimden daha kiloluyum şuanda. yürüyüş iyi havalarda yapmaya çalışıyorum biraz dizlerimde bu sıvıların azalmasından dolayı bir sıkıntı olduğu için çok az yürüyebiliyorum ama beslenmeme hep dikkat ederim öyle kızartma yemem makarna pilav kırk yılda bir içim çeker bir yılbaşı falan normalde sebze, çorba, et ağırlıklı besleniyorum. Hiçbir şey yok botoks dahi yok. Mantıksız buluyorum. İstesem bile korkudan ve de manasız bulduğum için estetiğe şeyim. Bir de çok etrafımda iğneler yaptıranlar dolgular yaptıranları hiç beğenmediğim için normal kendi haliyle yaşlanmış bir suratın çok daha iyi olduğuna inanıyorum. Çünkü artık genç kızı oynamak niyetinde değilim. Kendi yaşımın oyunculuğunu yapmak istiyorum. Ama saçımın boyasına manikürüme pedikürüme dikkat ederim muhakkak nemlendirici ve bakım kremi kullanırım. Yüzümü çok çok iyi temizlerim hiç makyajlı dolaşmam gece yatmam yani hemen temizlerim. Onun haricinde çok maydanoz yerim ona çok inanıyorum bir de chia tohumu ve çörek otu her peynirin üstüne her şeyin üstüne faydalı olduğuna inanıyorum, onu yerim. Hani ne diyorsan chia tohumu çörek otu ve bol maydanoz. Bizim evden maydanoz eksik olmaz. Tüm beyaz peynirin üstüne maydanoz doğrarım. Çok fazla da kendimi sıkıntıya sokmayı da sevmem. Limonlu su çaylı bilmem ne yok green tea onlara da çok fazla inanmıyorum çünkü kalıtımsal olarak bir takım genetik faktörlerin olduğuna inanıyorum. Yani öyleysen öylesin. Seni Allah öyle yaratmış öyle devam edeceksin. Annemde ne gördüysem bende de aynı şeyler oluyor mesela. Aynı yerden çöküyorum aynı yerden kilo alıyorum. Ama annemde Allah’a bin şükür 86 yaşına kadar kafası gayet yerinde olarak yaşadı sonra da pili bitti öldü. Ne hastalandı ne bir şey oldu. İnşallah onun kadar sıhhatli olurum. Dizi aynı şekilde dizlerinden sorunu oldu gezemedi, tozamadı hep onu derdi ruhum kafam genç şu dizlerim yaşlı derdi. Hep de kafası yerindeydi. Son ana kadar çarkıfelekte gelen konuklardan önce o bulurdu. Bütün dizileri seyrederdi yorumlar yapardı çok kafası yerindeydi.

S.Ö.: Şu an bir çok tiyatro okulları var. Çeşitli yerlerde açılıyor. Buraları bitirmiş gençlere eğitimin dışında ne yapmalarını önerirsiniz.

N.S.: Okumak ve seyretmek. Ve kusura bakmayın maalesef yapmıyorlar bütün oyunlara gitmek. Birinde bile görmüyorum kimseyi. Yani bütün oyunlara liste yapacak İstanbul ne oynuyorsa. Çünkü orada gördüğü zaman kedi kafasında ders olarak aldığının tatbikatını da  görmüş oluyor. Dünyanın 5 üniversitesini de bitirsen sen o sahnenin üzerine adımını atmadıktan sonra hiçbir işe yaramazsın. Ve göreceksin tecrübe edeceksin. Çok okuyacaksın şöyle okuyacaksın dış ülkelerde yazılan oyunları Türkiye’de yazılan oyunları hepsini okuyacaksın. Bir de mesela filmlere gitsin. Yapmıyorlar.

S.Ö.: Bunu yapmıyorlar evet kendilerini sadece eğitimle sınırlıyorlar.

 N.S.: Eğitim ne Allah aşkına ben sana burada üç saat konuşsam sende çıkar şurada oynarsın. Ama o oynamanla kalır. Orada kalırsın o rolü oynarsın kalırsın. Murat mesela konservatuara gitmemiş bir çocuk ama bitirmediği  kitap yok. Görmediği film yok. Ve filmlerden not alır eve gelirdi sahneler böyle reji böyle bu bunu böyle oynamış sonra onunla konuşurduk tiyatroya giderdik filme giderdik mesela ben bir sahneyi gösterirdim elimi tutardı sonra konuşalım. Çıkardık anne kimsenin yanında konuşma derdi, diyor da hala. Arabaya binerdik motoru çalıştırır sonra derdi anlat bakalım nereleri nasıldı gelene kadar. Aynı Metin’le yaptığımız gibi. O sahne öyle olmamalıydı onun temposu şöyleydi, evet sence oradaki oyunculukta iyi değildi değil mi ya çok abartıydı. Hep böyle. Yani böyle yaşarsan yani her şeyi eleştirisel göz ve ya beğenerek baktığın olarak ele alırsan sende de aynı hataları yok etme şansın olur. Ama sadece iki saat kursa gir çık işte alışık kursu, gezen kursu o sana ne anlatıyor bir piyes anlatıyor oyunculuğun iyi tarafını anlatıyor işte abartmayın diyor şunu yapmayın bunu yapmayın diyor içsel dünyanızı dışarı vurun filan sende onu dinliyorsun öyle kalıyor. Ama sende bunları aktif olarak görüp yaşamak eleştirmek düşünmek kafandan geçirmek zorundasın. Ne yapıyorlar kursa gidiyorlar ondan sonra da cast ajansına gidiyorlar. Bana bir tane rol bul diyorlar. Çok başarılı olanlar var mı var.

S.Ö.: Aklınızda bir isim var mı peki?

N.S.: Başta Kıvanç, Gökçe Bahadır. Çok çok meşhur olanların isim vermeyeyim çok iyi oyuncu olduğuna inanmıyorum. Ama mesela bir Gökçe Bahadır’ı çok iyi oyuncu olduğuna inanıyorum. kıvanç kesin oyuncu. Hani sükse olarak şuan bir numara gibi sayılanların çok iyi oyuncu olduğunu pek fazla düşünmüyorum. Biraz dolduruş ve birazda şöhret ve castinglerin onları pohpohlaması. Çünkü normal bir oyunculuk sergiliyorlar ama en büyük paraları alıyorlar. Dizi tuttuğu zaman büyük oyuncu gibi algılanıyor. Ama öyle düşünmüyorum. Mesela Gürkan Uygun’a bayılıyorum. Mustafa Üstündağ’a bayılıyorum. Beren’in (Saat) oyunculuğunu çoğu yerde çok çok beğeniyorum. Ayça Bingöl’ü beğeniyorum zaten tiyatrodan gelme.

 S.Ö.: Tiyatro kökenliler sanki daha çok başarıyor bu işi?

N.S.: Yok öyle bir ayrım yapmayalım çünkü sırf sinema yapıp sinemada başarılı da olunabiliyor. Yani ben şöyle kabulleniyorum rolün içine tam girip bana kendini yaşayan insan olarak kabul ettirirse benim hoşuma gidiyor. En ufak bir sahtelik görürsem o beni itiyor. Biraz abartı beni itiyor. Murat’a bilir misin ki ilk başladığı zamanlar her gün telefonda abartma sakın çok mimik yapma sahnede abartı görünebilir ne olur düz mimiksiz minimal oyunculuğa yönel abartmadın değil mi o sahneyi minimal minimal minimale indir. Her gün telefonda ve şimdi bunları gururla söylüyorum her bölüm oynuyor o Eskişehir’de oluyor (Savaşçı Dizisi) daha gelmemiş oluyor pazarları gece 12 de beni bekliyor nasıldı? Şu sahneni çok beğenmedim, neden anne? Şöyle böyle ama öbürü on numara gözlerim yaşardı ne döktürmüşsün. Önce onun rolünü sonra diğer beğendiğim oyuncuları sonra genelini eleştiririm. Yüzde doksan çok haklısın der. Ki yaş farkımız var bakış açı farkı var benim dönemimle onun. 26 bölüm oldu her gece arar bu çok önemli bir şey. Bir bakışını bir minicik bakışını eleştirdim o kadar üzüldü ki o gece sonra dedi ki anne kaçırmıştır değil mi bir sürü insan bunu dedim ki yüzde doksan dokuzu kaçırmıştır. Nereden bulurum hatayı seyrederken oradaki o gülüşünü ve ya bakışını beğenmedim dediğim zaman gece uyku uyumuyor çocuk neden öyle yaptım diye. Bir keresinde şey dedim mesela bir sahnesi vardı çok ağır bir sahneydi bayağı dramatik çok önemli bir sahneydi kendi odasında yaşadığı bir sahne sonra kapıdan çıkıyor birine rastlıyor onunla da konuşuyor fakat birini dört gün önce çekmişler tabi mekan değişmiş birini dört gün sonra çekmişler o kapıdan çıkıştaki halin sonraki o insanla konuşma ruh halinle örtüşmedi dedim. Aradan zaman geçmiş sen bıraktığın ruh halini unutmuşsun. Ya nasıl daldım çok haklısın dedi. Aceleden olmuştur dedi. Geriye dönüp bunun bir önceki sahnesine ben neydim ağlıyor muydum sızlıyor muydum sarhoş muydum ne kadar önemli. Yüzde doksan dokuz çoğu insan, seyirci fark etmedi bunu. Ama ben hem bir oyuncu olarak nerede bıraktım nereye aldım burada bıraktınsa bunun devamı gibi oynaman lazım. bir kapı açıldı ama arada beş gün var. Onu da aldım dedi ve çok üzüldü bundan sonra çok dikkat edeceğim hep soracağım bir öncesinde, bir sahne öncesinde ben neredeydim? Ağlıyor muydum, bağırmış mıydım, aşık mıydım? Çünkü bir kapı çıkışında fark ediyor. Bu kadar detay konuşuyoruz. Bu kadar detay inceliyoruz.

S.Ö.: Hem anne hem hoca.

N.S.: Bana diyorlar ki bazen soruyorlar bunca yıl, şimdi herkes dünkü çocuk hocalık yapıyor, size hiç teklif edilmedi mi? Üniversiteden, mesela Doğuştan bile teklif edildi. Ama hayır yapmadım çünkü hoca olmak için başka bir vizyonun olması lazım. Benim kardeşim 25 senelik İngilizce hocası Dame de Sion  kardeşimden çok iyi bilirim. Ben Murat’a Şişli Terakki’de üç cümle İngilizce öğretememiştim. Esra’ya rica ettim bir buçuk günde her şeyi öğretti. Çünkü o hoca ben sadece kolej bitirmiş İngilizce bilen bir anne. Öğretemedim. Yöntemini bilmiyorum. Hocalık ayrı bir şey çünkü öğretme yöntemini biliyor. Ben diyafram nasıl kullanılır biliyorum ama öğret bana dese öğretemem. Ama Cihan Ünal öğretiyor. Nasıl öğretiyor onun bir yöntemi var ona bir Praktis yaptırıyor nefes tutturuyor bilmem ne yaptırıyor sonunda onu sana öğretiyor. Yani her kendi bildiğimizi biz nasıl aşılarız sana çok zor. Ama şimdi diyorum ki ama ben durdum durdum bir talebe yetiştirdim yetti bana. Kimdir? Oğlum. Metinle biz C 51 in 11 . numarasında şu koltukla bu koltuk arasında bu çocuğa eğitimi verdik, onun için ben çok iyi bir öğretmenim diyorum onunla kasılıyorum. Çünkü Murat’ı hep Selanik’te bile oğlunuza bayılıyoruz çok güzel oynuyor filan deyince hakikaten öğretmen gibi talebemi çünkü sadece ders kitabıyla bir takım şeylerin öğretilememesi gibi. İstediğin kadar yemek kitabını al yanındaki annen sana o pilavı kavururken göstermiyorsa sen orada pirinç kavrulur yazısıyla o pilavı yapamazsın. Ben mesela görünce anlayan tiplerdenim. Ben geleyim sen çok güzel poğaça yap alayım tarifi olmuyor abi aynı bir gün sen yaparken ben yanında durayım hıı öyle yapılıyor ben onu pırt alırım. O yüzden çok yemek programı seyrediyorum mesela çünkü arada onların el becerileriyle, mesela Elif Korkmazel  var orada öyle bir hamur yoğuruyor ki ben o yoğururken ki el hareketlerini kapıyorum onda. O zaman mutfağa girdiğim zaman elif gibi yapmaya çalışıyorum. Tamam taklitçilik ama oluyor. Şeyi de yanlış buluyorum mesela oyuncu koçları var; seni bir role çağırıyorlar çok tecrüben yok ben senin karşındayım sana okuyorum okurken de oynuyorum sana şimdi böyle yap diyorum ee bu oyunculuk mu şimdi.

 S.Ö.: Yaşam koçları çıktı.

N.S.: Yaşam koçları hadi biraz daha faydalı. Ama oyuncu koçu o rolü nasıl okuyacağını ve nasıl oynayacağını ben sana buradan gösteriyorum sende oynuyorsun sen şimdi oyuncu mu oldun? Çocuklar için olur o. Küçük çocuklar için olur ve nitekim iki koç oluyormuş şimdi çocukları oynatırken birisi oyun veriyormuş biriside tuvalete gitsin yemeğini yesin yani bakıcı gibi, diğeri de oyuncu koçu onu alıyor rolünü ezberletiyor Türkçesini düzeltiyor hadi şimdi çık oyna diyor o oynarken de karşıdan işaret yapıyor böyle yap böyle yap. Bazı çocuğunda içinden gelerek oynuyor ona hiç gerek yok. Bir kız vardı mesela annede oynayan onun ruhunda var oyunculuk, o öyle doğmuş.

S.Ö.: Yetenek doğuştan gelir tabi.

N.S.: var yetenek diye bir şey var üzerine bilgi aktarımı var sırf yetenek içi boşsa o da olmaz. Çünkü bir de gençlik zor yaşam tecrübesi kazanman lazım. Bir takım duyguları çıkartabilmek için. 17-18 yaşındaki bir çocukla 50 yaşındaki bir kadının gördüğü geçirdiği olaylar bir takım olaylar karşısında insanların reaksiyonları bunları sen ömür boyu yaşamamışsan böyle bir rol geldiği zaman böyle bir sahnede nasıl bir duygu oluru bilmen çok zor. Bende 18 yaşındakini unuttum. Yani o devirde ben nasıl bir davranış biçimi içerisindeydim bende onu unuttum. Tecrübe görmek çok şey seyretmek bunlar hepsi sana katkı maddesi oyunculuğunun sepetine, al at koy sepete var ya. Ben hep şey diyorum biz istifçiyiz geçen gün doğanın programına da böyle bir durdu oyuncular istifçidir dedim nasıl yani? Çünkü her şeyi atıyoruz kafaya. Senin oturuşun ben seni şimdi resimliyorum bir gün böyle bir rol gelebilir ben senden esinlenirim. Artık öyle hale geliyorsun ki farkında olmadan beyine atıyorsun. Bir de ben çok insanların tiklerine dikkat ederim. Ruhu duymuyordur onu, bir arkadaşım var mesela hiç farkında değil devamlı burnunun ucunu kaşıyor özellikle enteresan bir şey anlatırken yapıyor. Farkında mısın dedim yoo dedi. Belki bir yerde kullanırım ben o tiki. İşe yaramasa da al at ne olacak? Zaten hafif taklitçilikle başlıyor oyunculuk. Çocuklar öyledir ya hep taklit yapar, anneyi taklit eder mesela. Bakıyorum şimdi en küçük torunum Serra 3 yaşında o da aslan burcu zaten onda var mesela. Babasına ağlama taklidi yapıyor istediğini alabilmek için. Ve geçen gün aynada yakalamış. Aynada ağlama taklidini kontrol ediyor. İkizler de tık yok mesela en ufak bir şeyleri yok. Oyun oynarken bile hani ses değiştirip bebekleri konuşturursun ya mesela yok onlarda öyle bir şey olmayacağı belli. Ama dansa var. Bir bakıyorum diyorum bunu nerde gördün annem youtube de bilmem kimi izletti diyor, onun hareketlerini alıyor. Bir gün Hint bir şeysi getirmiş kardeşim sonrada demiş ki Hindistan neresi? Bilmemişler o anlatmış Hindistan’ı anlatmış sonra bakın Hindistan hakkında size bilgi vereyim demiş ipadinden açmış şey çıkmış Bollywood filminin dansları anında kapmış yapmış. Ama belli olmaz biri oyuncu olur biri dansçı olur ama beste var benim çok güvendiğim o analitik zeka aynı Murat tarzı Legoları muntazam yapsın bilgisayara baksın kitap okusun o öyle tip mesela onun ne süsle ne püsle ne dansla ilgisi yok. Öbürü mesela dans eden pul payet, kafayı takardı senin çiçeklerine. Küçücük zarflar kesiyor içine “i love you grandmam” yazıp defterin üzerine tam bana getirirken ay çok güzel oldu ver saklayayım diyorum. bir dakika nene bunu sana böyle veremem bir işim daha var diyor bir yerden mor pul buluyor zarfın üstüne o pulu yapıştırıyor sen mor seversin diyor. O onu yaparken beste benim telefonumdan tık tık tık oyun oynuyor ya bir şey yapıyor o öyle. Lego yapıyor mesela ona yaşının üstünde lego alıyorum çok parçalı masanın üstüne koyuyor satranç oynar gibi yapıyor. Mesela satrançta öğrenmek istiyor. Ama dedim kim öğretecek sana ben bilmiyorum, Murat’ta bilmiyor alalım ama daha erken senin için daha sonra diyorum. Onun hayali öyle  bana boya kalemi al pul al payet al bebek al o öyle değil. Hemen belli ediyor kendini çocuk ya. Kitap al diyor bana ve şimdi birinci sınıf. Hızlandı okuması. Mesela okumuş sonunda şeyi okumaya başlamış çok hoşuma gitti hani bu bilmem ne tarafından yapılmıştır bandrol olarak devletimizin bilmem nesi diye var ya kitabın sonunda onları da okumuş, bandrol üretimi bilmem ne bu ne ya nene dedi ben bundan bir şey anlamadım dedi oraya kadar okumuş yani. Okuyor kenara koyuyor ama işte okudum bitti şimdi yenisi lazım diyor. Kızım her gün sana kitap alamam ki diyorum. Eee bir daha mı baştan okuyayım diyor aynı şeyi öğrendim hikayeyi artık diyor. Valla başa çıkamam seninle dedim bir  de biliyor musun çocuk dergileri bile 12 tl, beş sayfa dergi. Ya 12 lira çocuk dergisi olur mu ya? 3 sayfa var içinde bir tanesi zaten kes yapıştır bir tane hikaye bir de arkada boyama bölümü var ama bayılıyorlar nasıl yalvarıyorlar bu hafta bir dergi bize alabilir misin diye, murat sonunda yasak etti bana anne çok para veriyorsun günah üç saniye sürmüyor bitiriveriyorlar atıyorlar dergiyi dedi.

S.Ö: Benim çocuklarda öyleydi.

N.S.: Öyle mi kaç yaşındalar?

S.Ö.: Biri kız biri erkek. 23 yaşındalar.

N.S.: Neee!!!! Ee sen çok gençsin. Valla evli bile değilsin diye düşündüm. Erken yapmışsın sen. ne okuyorlar?

S.Ö.: Onlar radyo televizyon okudular bitti. Şimdi devam etmeye çalışıyorlar.

N.S.:  Onlar da mı akademisyen olacaklar?

S.Ö.: bakalım. Ama ben onların yerinde olsam alır çantamı giderim yurt dışını dolaşırım.

 N.S.: Benim oğlum öyle Selim. Bak Murat hiç öyle değildir. 18 yaşındaydı sırt çantası 4 arkadaş Üniversiteden biz Avrupa’ya gideceğiz hostellerde kalacağız trenlerle gideceğiz Haydarpaşa’dan geçirmiştik ben hüngür hüngür ağla cep telefonu yok o sırada çep telefonu olsa umurumda değil şimdi Amerika’ya yolla cep telefonu var. Ben çok ağladım çok ısrar ettim Metin dedi ki; “bu yaşta yapılırsa yapılır sonra yapılamaz bırak hayatını yaşasın.” O devrin parasıyla baya yüklü parayı cebine koydum. “Bu senin telefon paran” dedim. “Bak üstüme yemin edeceksin her indiğin şehirde kafe ve ya bir yer bulacaksın bu parayı başka bir yere harcamayacaksın param yoktu arayamadım deme bu zarfın içinde vardık Stockholm’a çok iyiyim merak etme anne diyeceksin” sonra ne istersen yap. Neyse yaptı çocuk her indikleri yerden iki dakika vardık Berlin’deyiz çok mutluyuz hava güzel öptüm.

S.Ö.: Çok yer gördü mü?

 N.S.: Bir buçuk ay. Çokta sıkıntı çekmişler bu arada. yıkanamadıkları yer bulmuşlar o hostellere kolay kolay girememişler parkta yattığı gün olmuş paralarını çaldırmışlar 5 çocuk. Hepsi de zımba gibi ama salak. Ben söyledim o zaman nereden buldum var mıydı yok muydu bir bel çantası bulmuştum onu beline ama gömleğinin içine kazağının içine bağla buranda kanguru gibi dursun ve bütün paranı oraya koyma bazısı cebine bazısı bilmem ne bütün bu taktikleri verdim sen bunu dememişim gibi ama parayı çaldırmamışta fotoğraf makinesini masanın üstüne koymuşlar öbür arkadaşının cüzdanı gitmiş otobüste Küba’da oradan oraya uçakla geçtiler bitek uçakları orayaydı Küba’ya gittiler Küba’dan döndüler geldiler tren tren tren. Bir buçuk ay. Ben size demedim mi dedim anne dedi o kadar bilinçli ve akıllı çocuklar olarak dolaşıyoruz ki ama bizi büyülediler mi ne yaptılar gözümüzün önünde benim fotoğraf makinemi onun cebinden cüzdanını yürüttüler. Neyse pasaport falan başka yerdeymiş Allah’tan. Ama döndükleri zaman bitkindiler en çok yıkanamamak her zaman çünkü hostellerde her zaman banyo şansı olmuyormuş.

S.Ö.: Ben biraz ezilsinler istiyorum Nevra hanım. Yani biz anne baba olarak hep çok sevdik hep  pohpohladık ama çocukların yaşam deneyimleri yok. Yani bıraksan ortada ne olacak? Kalırlar çocuklar. Şimdiki gençlerin hepsi öyle. Üniversite de ders veriyorum bakıyorum diyorum ki anne baba olmasa bunlar ne olacak?

N.S.: Ne veriyorsunuz? İletişim mi?

S.Ö.: Moda tasarımı benim branşım, çocukta yaratıcılık diye bir ders veriyorum.

 N.S.: Aa ne güzel. Nerede peki?

S.Ö.: Yeni Yüzyıl üniversitesinde.

N.S.: Üniversitede bu ders mi var?

S.Ö.: Var. Çocuk gelişim eğitimi.

N.S.: Aa ne güzel.

S.Ö.: Bir de benim branşım tekstil olduğu için bu dersi de veriyorum.

N.S.: Moda tasarımdan mı kocanla tanıştın?

S.Ö.: 22 yaşındaydım bir moda evinde çalışıyordum bir iddia sonucu tanıştık. Sonra evlendik. Allah razı olsun ondan.

N.S.: Aa bak kızının yaşındaymışsın.

S.Ö.: Kızım hiç moda tasarımına ben ilk başladığımda çok seviyordu ama ilgilenmedi pek.

 N.S.: Mutfağını biliyorsun eşin tekstilci ama neden kendine bir butik açmadın?

S.Ö.: Evlendikten sonra ikizler doğdu bir süre izole yaşadım. 7 sene kadar hep onlarla ilgilendim. Hiç çalışmadım o dönem.

 N.S.: Benim Olcayda 3 sene çalışmadı. Küçük gelinimde mesela üst üste iki çocuk doğurdu o da bankacı. Mecburen bıraktı. Şimdi yine meme veriyor hala. 5 senedir çocukla. Yani çocuk doğuruyor onu büyütürken diğerine hamile kalıyor şimdi ona bakıyor. Nasıl çalışacak? Şöyle; dedim ki artık önümüzde ki sene yuvaya da gitmeye başlayacak üç yaşında ki öbürü de gidebilir artık bir buçuk  iki, sonra hayat akıp gidecek sen çok geç kalmış olacaksın hem iletişim piarcılık falan da yaptı hem Garanti Bankası’nda uzun yıl çalıştı. O da İktisat mezunu bir de mastırını yaptı. Oturuyor şimdi meme emziriyor. Olcay’da ikizlerden sonra 3.5 sene evde çocuklarla ilgilendi o da mimar. Muratta mimar ikisi de hem mimar hem terazi.

S.Ö.: Siz 9 ağustos doğumlusunuz benim çocuklarda 10 ağustos doğumlu.

 N.S.: Öyle mi? Torunumda 3 ağustos. Kardeşim 5 ağustos. Küçük oğlanda 26 temmuz. Oh olsun hepsi leon. Bu torunlarımda Metin’le aynı gün 12 ocak 13 ocak doğumları.

S.Ö.: Ama altın rengi yele gibi saçlar renkli gözler aslan burcunun insanı.

N.S.: Evet ben çok tanırım aslan burcu ama tabi mesela renkli gözlü değil ama sarışın. Hep dışa dönüktür. Mankenlik yapmış ben çıkarım demiş babasına yürüyüş yapıp bir de elini beline koyup poz vermiş. Nerden görüyor? İçinden geliyor. Televizyon seyrettirmiyorlar çocuğa nerden biliyor bunu? Hayran kalıyorum böyle çocuklara. Onun için bunlarla mutlu oluyorum bunlarla kafayı buluyorum. O yüzden de hani çok sevmediğim bir rolü de aman diyorum. işte dün televizyon filmi için bir senaryo geldi. 1buçuk 2 saatlik dizi değil de tek tek filimler yapıyorlarmış limon yapım yapıyor. Geçen sefer bir senaryo yolladı ben onu pek sevmemiştim. Şimdi başka bir tane yollamış yine sevmedim ama hiç olmazsa 1 hafta on gün eğlenirim herhalde oynarım. Yani oynamasam da olur oynasam da olur. Niye oynamayayım oynayayım zaman geçsin. Eskiden şeye çok takılırdım; eleştirirler mi niye oynadın derler mi? Ay sonra bir bakıyorum mesela Kenan İmirzalioğlu starın Allahı bir cingöz Recai oynadı felaket oldu hiç beğenilmedi koskoca star. Eee o düşünmedikten sonra ben mi düşüneyim? Nasıl görememiş o başarısızlığı o bıyıklı hali o çirkin bir de görüntü kötü film kötü abuk subuk nasıl görememiş? Görememiş oynamış he kendinden bir şey kaybeder mi? Hayır bir daha başka film yapmaz belki ama tabi ki kişiliğinden bir şey kaybetmez. Dizilerde iyi ama ona çok denk düşüyor. Oktay Kaynarca’ya da öyle. Oktay kaynarca hep kurtlar vadisini oynuyor eşkıyada da öyle. Onun tipi o oldu. Adanalıda aynı hep aynı tip. Ona denk düşüyor o. Onu da oynadığı için tabi ki başarılı. Gürkan Uğur mesela o çok farklı oynuyor. Bayılıyorum ona kötü adamı oynuyor iyi adamı oynuyor boksörü oynadı duygusal adamı oynadı. O çok değişik bir tip bomboş o gözleri ama çok çok iyi duyguları yansıtıyor. Bu şehir arkandan gelecekte hayran kaldım. Bir tarafta Kerim Bursin öbür tarafta Gürkan döktürüyor oyunculuğu o kadar içime işledi ki oyunculuğu. Yani senin birazcık bir yerine dokunması lazım. İyi oyuncu orda. Mesela İpek Bilgin’e hayranım İstanbullu gelinde kadının gözünden ateş çıkıyor, hırs çıkıyor hiçbir şey yapmıyor o kadar güzel kullanıyor ki suratını ve duygularını zaten hoca. Devlet konservatuarında yıllarca. Ben onu çok az yerde seyretmiştim ama bir iki yerde de hep hayran kalmıştım. Artık tam koptum hayranlıktan bir yerde karşılaşsam benden de biraz küçüktür o boynuna sarılıp öpeceğim o kadar beğeniyorum oyunculuğunu.

S.Ö.: Sorularımız burada bitiyor.

 N.S.: Bitti mi? Çok konuştum. Sen bunu çok zor deşifre edeceksin.

S.Ö.: Seve seve deşifre edeceğim. Çocuklar radyo televizyon mezunu ya onlara deşifre yaptırıyorum.

N.S.: A Harika…

S.Ö.: İyi oluyor özellikle kızım yapıyor. Deşifreler sende diyorum tamam anne ne alacağım diyorum şunu alacaksın kızım diyor. Ona bir hediye alıyorum sağ olsun.

N.S.: hadi ya çok güzel.

Teşekkür ederek veda ediyorum. O kadar içten bir insan ki o kadar hasta olmasına rağmen bu kadar dostça ve samimi bir sohbet gerçekleştirdik. Kendisine her şey için teşekkür ediyor. Yıldızının hep parlaması için dua ediyorum bu güzel kadına…

 

 

PAYLAŞ
Önceki İçerikIhlamur / Şiir
Sonraki İçerikGodot’yu Beklerken’i Beklerken, 2. Sezonunda…
Selda Önder
Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tekstil ve Moda Tasarımı lisans eğitimi alan Selda Önder, yine aynı üniversitede pedagojik formasyon eğitimi aldıktan sonra İsatanbul Arel Üniversitesi Moda ve Tekstil Tasarımı ana bilim dalında yüksek lisans yaptı. Çeşitli kolejlerde, resim, el işleri, ebru, tezhip, hat, seramik, görsel sanatlar ve moda tasarım öğretmenliği yaptı. Halen Bahçeşehir Yelpaze Dergisi'nde sanat editörlüğü yapmaktadır.