Düşsel Geleceğin Şimdiki Zaman Senkronizesi : 1984

1
129
Düşsel Geleceğin Şimdiki Zaman Senkronizesi : 1984

     ‘’İzm’’ler idrâkimize giydirilmiş deli gömlekleridir.

                                                                                       Cemil Meriç

Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, George Orwell tarafından kaleme alınmış alegorik bir politik romandır. Hikayesi distopik bir dünyada geçer. Distopya romanlarının ünlülerindendir. Özellikle kitapta tanımlanan Big Brother (Büyük Birader) kavramı günümüzde de sıklıkla kullanılmaktadır. Aynı zamanda kitapta geçen “düşünce polisi” gibi kavramları da George Orwell günümüze kazandırmıştır. Kahramanlar üzerinden dönemin değer yargılarını da görmek mümkün oluyor. Orwell bunları ustalıkla kurgulamış ve dünyayı bir oyun tahtasına ve tezgah kumpasına benzetmiştir. Kendi çarklarında serbestçe dönen insanlar başkalarının çarkında çevrildiklerinde makineleşmenin nasıl bir durum olduğunu görüyorlar. Bireyselliğin yok edildiği, salt doğruların kabul edildiği, totaliter bir dünya görüşü, ruh boyunduruğuna hapsolmuş insanlar için nasıl bir ömür biçer?

Yazar distopik bir dünyanın sadece 1984’lerle sınırlı olmadığını dünün bugüne, bugünün yarına yansımalarını okuyucunun üzerinde bir iz düşüm ilan ediyor. Kitap, Okyanusya toplumunun baskıcı liderleri olan ‘’Büyük Birader’’ üzerinden döneminin eleştirisini ve analizini yapmaktadır. Her şeyi gören ve bilen bir devlet toplumun tüm denetimine hakimdir. Totaliter bir yönetim şekline sahip olan Okyanusya, tam anlamıyla baskı ile yönetilmektedir. Ülke, Büyük Birader olarak anılan bir lider ve Ingsos (İngiliz Sosyalizmi) Partisi tarafından yönetilmektedir. Parti, iktidarını sürekli gözetim ve muhbirlikle sağlamlaştırmaktadır. Politik anlamda tek rakip ise devrim sırasında Büyük Birader ile aynı tarafta bulunmuş olan fakat sonradan yönetimle fikir ayrılığına düşerek Parti aleyhtarı bir tutum izleyen Emmanuel Goldstein’dir. Toplumlar sınıflara ayrılmıştır. Eşitsizlik ve üstünlük bir manifesto misali insanlığın üzerine asılmıştır. Seneler öncesinin zilleri bugün de çalıyor aslında; bugün‘’mobbing’’kavramının yaygınlaşması bile statü ve hiyerarşinin baskısını çağrıştırıyor, modernize olan toplumların hızla büyüyen tohumlarına damıtılıyordu.

      Halk, iletişim araçları ile gerçeklerden farklı durumlara dayatılır, inandırılır. Egemen olan parti halkın isteğinden bağımsız bir tavır sergiler. Geçmişteki olaylar silinir, yerine başka olaylar tayin edilir. Parti her türlü bilginin kontrolünü elinde tutarak bir kumanda misali insanlığın da frekanslarıyla oynayabilir; oynamıştır da. Bizim geçmişten geleceğe olan bağlantımızı ve yayın akışımızı bozarlarsa? 1984 ve ötesinde…

      İnsan öz bilincinin, benliğinin ve kendisini gerçekleştirme hiyerarşisinin zirvesinde olmak ister. Bu, onun için bir ruhsattır; kendisini kendisinden de başkalarından himaye etmek ister. Bu, belli güçler tarafından daraltılırsa insan, ruh ve beden dünyasının esiri olur. Kendi evrenini bile aşamaz ki ötesini görsün! İnsanın duygu ve düşünce dünyası başkalarının elinde şekillenmek zorundadır. Bu bize ‘’Fabrika Eğitim Modeli’’ni hatırlatır. İnsanlar belli kalıplara, paketlere sokulur ve piyasaya sürülür. Herkes kendi faturasının mesuliyetindedir. Tıpkı 1984 kitabındaki gibi proletarya sınıfı rejimin süzgecinden geçirilir, hamurunu güçler yoğurur ve kalıplara dökülürler… insanlar eğitilir, insanlar eği(l)tilir (!)

      ‘’ İnsan insana nasıl hükmeder ,Winston?

         Winston biraz düsünüp :”Acı çektirerek ” dedi.

     “Geçtiğimiz on yıl boyunca en çok yapmak istediğim şey politik yazıyı bir sanata dönüştürmektir. Çünkü ifşa etmek istediğim bazı yalanlar, dikkat çekmek istediğim bazı gerçekler var. Görev, bu çağın bizi yapmaya zorladığı gerçek halk ve toplumsal aktiviteler yoluyla benim içime işlemiş olan, hoşlandığım ve nefret ettiğim şeylerin uzlaşmasını sağlamaktır.” diyor George Orwell. Öyle de olmuştur. Okyanusya’ya yakışmak, partiye yakışmak, kurallara yakışmak, sadakate yakışmak…Winston en başta otoriteye karşı fikir geliştiren bir memurdur. Gittikçe artan şüpheleri ile birlikte kafasındaki tabuları da yıkmaya başlar, fakat aşık olduğu kadın olan Julia çoktan rejimin sevdalısı olmuştur bile. Julia ile tanıştıktan sonra eski Winston değildir artık. Her şey doğrudur. Hatta 2+2=5 bile…

     Okyanusya sokakları donatılmıştır. Posterler…Posterler…Hepsi insanlar içindir. Çünkü insanlar birileri tarafından kontrol edilir. Birileri birilerini gözetler. Düşünmek sessiz bir çığlığa bürünür. Düşünmemeniz, düşünememenizdir. Doğru olmayan doğrular, yanlış olmayan yanlışlar vardır. Fikirleriniz sizin fikirleriniz değildir. Belkileriniz vardır. Acaba bugün yanlış bir şey söyler miyim? Sonra dersiniz ki: Yanlışım benim yanlışım değil, doğrularım da yanlış olabilir. Özgür fikirlere sahip olamayan insanların kanatlarına çelikten kanat takılmış derim ben. Çünkü onlar hiçbir zaman düşünce ve ruh dünyasının göğünde uçamayacaklardır. Kanatları ağırdır, kanatları birileri tarafından verilmiştir. Birileri gökyüzünde uçan kuşları vurmak için silahına sarılmıştır. Bugün ben de avlanmayım der insan. Bilir ki sert siyah bıyıklı, sert mimikleri olan kırk beş yaşlarında bir çehre seslenir: Büyük Birader’in gözü üzerinizde!

      Birileri size’’Siyah beyazdır.’’diyorsa öyledir. Her şey bir çelişki üzerine inşâ edilebilir. Okyanusya’da bu, halka manipüle edilmiştir. Otoritenin dikteleri halkın ağzına dikilen iplikler gibidir. İnsanlar susturulmuş ve boyun eğmeye mecbur bırakılmıştır. Bir şey yanlış olsa da o, insanlara empoze edilebilir. Yazar bu anlayışla döneminin paradoksunu da veriyor.1984 Okyanusya’da hayat: ’’Savaş barıştır, özgülük köleliktir, cahillik güçtür. Büyük Birader’in ‘’Ignsos’’u gibi her şey kendi içinde idi ama dışarıda bırakılmıştı. İnsan gerçeklerden ve doğrulardan soyutlanmış olarak bir şeylere mecbur bırakılıyordu: Büyük Birader’in gözleri her yerdeydi, ve her yerde kulağı vardı. Hep sizi izleyen o gözler ve sizi sarıp kuşatan o ses… Uykuda ya da uyanık, çalışırken ya da yemek yerken, içeride ya da dışarıda banyoda ya da yatakta…Kaçış yoktu. Kafatasınızın içindeki birkaç santimetreküp dışında, hiçbir şey sizin değildi. Ben bu kitabı okuduktan sonra kendi dönemimizle karşılaştırıp bazı durumlara felsefî bir sorgulayışın gerekliliğine inandım. Bu bakımdan 1984 yalnız bir edebiyat eseri değil, aynı zamanda bir ahlak ve felsefe kitabı idi. Bir siyasetnâme idi.’’Doğru bir arkadaş, doğru bir yönetici veya doğru bir meslek erbâbı nasıl olmalıdır?’’ sorularına kendimce çok cevaplar buldum.

     “Ansızın irkilerek uyanmak, hoyrat bir elin omzunuzu sarması, gözlerinize tutulan ışıklar, yatağı çevreleyen acımasız yüzler… Çoğu zaman ne yargılama olurdu ne de tutuklama raporu tutulurdu. İnsanlar ortadan kayboluverirdi, o kadar. Adınız kayıtlardan silinir, yaptığınız her şeyin kaydı yok edilir, bir zamanlar var olduğunuz bile yadsınır, sonra tümden unutulurdu. Alışılmış deyimle: Buharlaşırdınız.

   ”Bugün bile aynı değil midir? Bilgiler silinir, doğrular silinir, insanlar denenir, elenir…Herkes tekdüzeliğe mecbur bırakılır, herkeste bir çift düşünme furyası başlar. Sene 1984’tür. Herkes aynı düşünmelidir. Düşünce suçu, ölümü gerektirmez: Düşünce suçunun kendisi ölümdür.” Irza geçme, yağmalama, çocukları boğazlama, tüm halkı köleleştirme, hatta tutsakların kaynar suya atılması ve diri diri gömülmesi normal sayılmakta hatta yapan kendi ülkeniz ise desteklenmektedir. Bu bir insanlık suçuydu ama birileri buna sessiz kalmakta direniyordu, birileri buna şöyle diyordu: Sapkınların sapkınlığı sağduyudur.

      Orwell kitap boyunca sorgulama içindedir. Kahramanımız  Winston Smith,  Devrim öncesi hayatı merak etmekte, bu hayatı sorgulamaktadır. Kendisi gibi sorgulayan insanları bulmak istemekte, ama kendisi gibi sorgulayan insanlar bu düşünceden mahrum bırakılmıştır. Winston’un bu yaptıkları parti yasalarına göre yasaktır. Çünkü içinde bulunduğu parti sorgulamaya, düşünmeye izin vermez. Bu korku mağarasının içinde iz süren insanlar ellerine aldıkları ateşlerle yollarını bulmayı ve kaybolmamayı isterler; halbuki birileri tarafından acımasız bir takipte olduklarını bile bile…Peki özgürlük geldi mi?

’’Özgürlük, iki kere iki dört eder diyebilmektir.’’ Buna izin verilirse (!) arkası gelir.

PAYLAŞ
Önceki İçerikAn Gelir
Sonraki İçerikKalpleri Güzelleştirmek İçin Yıkmak İçin Değil
Ayşenur Akın
21.01.1997 Ankara’da dünyaya geldi. İlköğrenimini Muş Alparslan YİBO’da tamamladıktan sonra ortaokulu Ceyhan’da; lise öğrenimini ise Şanlıurfa Ceylanpınar’da tamamladı. Üniversite lisans tahsil hayatında Gazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği bölümünden 2019 yılında mezun oldu. Şuan yüksek lisans hayallerini gerçekleştirmek için çalışan yazarın şiirleri ve düz yazıları muhtelif edebiyat dergilerinde ve şiir seçkilerinde yayımlanmaktadır.

1 YORUM