Bir Çöp Konteynerinden Yayılan Sevgi

0
69
Bir Çöp Konteynerinden Yayılan Sevgi

Kadının adama bakarken gözlerindeki ışıltıya hayran olmamak mümkün değildi. Acaba bu gözlerdeki ışıltı tek taraflı mı diye merak ettim, o bir çift ışıldayan gözün tam karşısındaki göze bakınca aynı ışıltıyı, aynı mutluluğu, aynı sevinci gördüm. Beni onlara çeken iki çift gözün sevgiyle bakışması değildi, bir çift minik göz daha vardı. 5-6 yaşlarında bir erkek çocuğu. Bir babasına sevgiyle bakıp şirinlik yapıyor, bir annesine.

Anlatmaya çalıştığım tabloyu okuyanlar, “mutlu bir aile” der geçer ama bu olayın bir çöp konteynerinin tam yanında olduğunu bilselerdi, aynı şekilde geçip gitmezlerdi.

Mutat akşam yürüyüşüm esnasında bir tefevvuk eseri karşılaştım, bu mutlu aileyle. Bahçelievler’den Bakırköy’e doğru yürürken bir çöp konteynerinin tam önünde oturanlar dikkatimi çekti. İlk bakışta pek seçilmiyordu, yönümü değiştirdim. Merak etmiştim, yine çöpten beslenen bir insan görecek, yine içim ezilecek, yine üzülecektim, yine birilerinin hayatını değiştiremediğim için içten içe yanıp duracaktım.

Bu defa sanki öyle olmayacak gibi bir his vardı içimde. İlginç ama o anda, farklı bir tabloyla karşılaşacağıma olan inancım belirdi içimde, yaklaştım…

Çöp konteynerinin hemen önünde bir gazete kâğıdının üstüne sofra açılmıştı. Sofranın üstünde “nereden alındığını” bilemeyeceğim yiyecekler vardı. Gazete kâğıdından ibaret sofranın etrafında ise üç kişi; bir erkek, bir kadın ve bir çocuk.

Geçip gitmeliydim, çöpten beslenen bu insanları rahatsız etmenin veya mahcup duruma düşürmenin âlemi yoktu. Öyle de yapıyordum ki, kadının gözlerindeki ışıltıyı görünce duraksadım, sonra o bir çift parıl parıl parlayan gözün baktığı kişiyi merak ederek adama baktım. Adam da aynı şekilde sevgi dolu gözlerle bakıyor, gözlerinin parıltısı gecenin karanlığında bile seçiliyordu. Bir de gülen yüzüyle bir şeyler anlatıyor, kadın da arada sırada bir şeyler söyleyerek konuşmaya katılıyor, diğer zamanlarda ise bütün vücuduyla anlatılanları dinliyordu. Çocuk ise bir annesine sırnaşıyor, bir babasına…

Tablo çok ilginçti, alışılagelen bir çöpten beslenme hikâyesiyle alakası yoktu. Kendimi belli etmeden izledim. İyi mi yaptım, kötü mü yaptım bilmiyorum ama uzun süre izledim.

Adam 40-45 yaşlarında vardı ama yüzündeki çizgiler daha yaşlı gösteriyordu. Başında bir bere vardı. Bere kapüşon gibiydi ve püskülleri yana sarkıyordu. Üzerinde sarı ve kirli bir pardösü vardı. Hatta sarısı siyaha dönmek üzereydi. Hava soğuk değildi. Belki de adam pardösüyle gecenin ayazından korunmaya çalışmıştı. Yüzü çok esmerdi, hatta oldukça esmerdi diyebilirim. Dişleri gecenin karanlığında tıpkı bir Hollywood filmlerindeki siyahilerin dişleri gibi bembeyaz ve pırıl pırıldı. Uzun boylu, zayıf yapılı birisiydi. Tahminen 70 kilo civarında olmalıydı. Çenesinin ve burnunun uzunluğu dikkatimi çekmişti. Avurtları da çökmüştü. Yere bağdaş kurarak oturmuştu. Altında minder benzeri bir şey var mı göremedim. Belki de parke taşa öylesine oturmuştu.

Kadın 35 yaşlarında vardı. Eşi gibi esmer değildi, daha beyazdı. Başında oyalı bir yazma, üstünde kahverengi bir hırka ve yine kahverengiye çalan bir etek vardı. Zayıftı, 55-60 kilo civarında olmalıydı. O da bağdaş kurup oturmuştu. Çocuk 5-6 yaşlarında çok tatlı bir çocuktu. O kadar sempatikti ki, hayran olmamak mümkün değildi.

Bir çöpün hemen yanında belirmesi mümkün olmayan bir sevginin etrafa yayılması pek alışılagelen bir şey değildi. Onlardan izinsiz onları incelemem belki bir haksızlıktı. Böyle bir hakkım yoktu ama bunun sebebini öğrenmem gerekirdi. Özele inmeden, insanların yarasını fazla deşmeden ama bunu nasıl yapacaktım?

Adam bir yandan yemeğini yerken, bir yandan da konuşmaya devam ediyor, kadın can kulağıyla dinliyor, çocuk da bir ona bir diğerine sırnaşıp duruyordu. Benim bu aileyi incelediğim süre boyunca kadının gözlerindeki sevgi dolu bakış ve gecenin karanlığını yarıp geçen ışıltı hiç eksik olmadı, adamın da…

Yanlarına oturup sohbet etmek istedim, o tablo bozulur diye vazgeçtim. Hayatlarını değiştiremediğim, değiştiremeyeceğim için içim ezildi. Onlar daha iyi şartlarda bir yaşamı hak ediyordu, çoğu insanımız gibi ama şartları değişince sevgileri de değişir mi diye merak ettim.

Yanımda cüzdanım yoktu, cebimde olan parayı onlara vermek istedim, sonra vazgeçtim. Vazgeçmemin esas nedeni yaşadıkları o mutlu anı bozmak istememdendi. Vereceğim para onların hayatını değiştirmeyecekti, cüzdanım yanımda olsa da, onların hayatını değiştirecek bir desteğim söz konusu olmayacaktı. O zaman böyle kalması daha iyiydi.

Kadının bu adamda ne bulduğunu, adamın bu kadında ne bulduğunu merak ederek oradan uzaklaştım. Adam kadına müreffeh bir hayat vermemişti, kadın adama yuva olamamıştı. İkisi de sokaklardaydı, belki başlarını sokacak yıkık dökük bir evleri vardı ama sofraya koyacak bir kap yemekleri bile yoktu. Yoksulluğun dibi buradaydı, en uç nokta, sefaletin bundan daha kötüsü olamazdı. Bir adam, bir kadın ve bir çocuk çöpten besleniyordu. Sırtındaki elbiseler de muhtemelen çöpten alınmaydı, midelerine giren de…

Ama mutluydular, işin bütün gizemi, bütün sırrı, bütün sihri de buradaydı. İkisi de bir birine hayrandı, çocuk da her ikisine. Ne malları vardı, ne mülkleri, ne bankada bol sıfırlı hesapları, ne katları, ne yatları ama mutluydular. Makamları yoktu, kartvizitinde yazan uzun uzun unvanlara sahip değillerdi. Bir birleriyle paylaşacak bir şeyleri de yoktu, sevgilerini paylaşmaktan geri durmuyorlardı, lüks içinde yaşayıp bir birini yiyen çiftlere inat.

Aileler hiç bu kadar parçalanmamış, hiç bu kadar kavga gürültü olmamış, boşanma hiç bu kadar rahat konuşulur olmamıştı. Kadına şiddet vardı, çocuğa şiddet vardı, hatta erkeğe şiddet vardı. Hâsılı fakirde de huzur yoktu, zenginde de, orta hallide de. Hem huzur yoktu hem sevgi yoktu hem saygı kaybolup gitmişti.

Eğer imkânım olsaydı o ailenin hayatına dokunurdum, onların sevgilerini değiştirmeyecek bir dokunuş olmalıydı bu.

Ve yine imkânım olsaydı, bir birini yiyen çiftlere örnek diye çöp konteynırından yayılan bu mis gibi sevgiyi örnek tablo diye duvarlarına asmalarını sağlardım.

Ben gecenin karanlığında mutat yürüyüşüme devam ettim, daha sağlıklı, daha mutlu, daha huzurlu olayım diye. Ben giderken arkamda bir sevgi bıraktım. Çöpten yayılan iğrenç kokuyu bastıran mis gibi sevginin kokusu halen burnumda tütüyor.

PAYLAŞ
Önceki İçerikYürek
Sonraki İçerikATAM
Naif Karabatak
1964 Adıyaman doğumluyum, İstanbul’da yaşıyorum. Gazeteciliğe 1979 yılında, yazarlığa 2000 yılında başladım. Birçok yerel ve ulusal gazetede köşe yazısı yazdım, söyleşi yaptım, genel yayın yönetmenliği görevinde bulundum. Şiir, deneme, öykü çalışmam var. Bir hikâyem uzun metrajlı film, bir hikâyem kısa metrajlı film olarak çekildi, birkaç hikâyem de tiyatroya uyarlandı. Yayınlanmış bir mizahi kitabım var ve ben daha çok mizahi öykü yazmayı seviyorum, yaşayamadığımdan olmalı!