Saat kaç?…
İkiyi yirmi altı geçiyor demek…

Ne ara uyuyakaldım ki?
Nasıl geçecek bu ıstırap?

Geçecek mi ki?


Başkalarını teselli ederken kolaydı…
Nasıl kolaydı? Sen hissetmediğin için kolaydı.


Tanrım!  Tırnaklarımı duvara geçirmek istiyorum…


Kahve… Evet kahve iyi gelecektir.

Lanet olsun neden bu kadar uzun sürüyor suyun kaynaması.

Sakin ol! Her zaman böyle sürerdi.

Hani o kadar okumuştun da AŞK-ı tanıyordun.

Hani yazarlar AŞK-ı sana anlatmışlardı.

Şarkılar da söylememiş miydi?

Hani filmlerdeki adamlar bir şekilde atlatıyorlardı.
Kimse, ama hiç kimse benim kadar aşık olamadı mı yoksa?

Lanet olsun romanlarda aşk bitince roman da bitmiş oluyordu. Sonrası yok.

Neden yok sence?

Ben nerden bilebilirim ki?

AŞK-ı anlatacak kelime var belki de ama bitişini tasvir edecek yürek yok kimsede.

Tanrım! Savruluyorum sanki.

Ne zaman geçecek ne kadar sürecek bu… bu… bu ?
Ne bu? Öfke mi? Yıkım mı? Kimsesizlik mi?
Git isine be! Daha duygularını bile tanımlayamıyorken ne zaman ve nasıl geçeceğini mi hesap edeceksin?

Neden LEYLA ile MECNUN?

Yahut LEYLA,  leyla iken Mecnun neden mecnun?

Mecnun olan her defasında erkekler mi?


Bak kahve suyu hazır iste…

Sigaram nerede?…


Kahve kokusunu alamıyorum o’nun kokusu hala bu.

Her tarafa sinmiş bütün duvarlara, eşyalara sanki.

Tanrım! Kokusu çıkmıyor tenimden.


Sehpada duran kalem o’nun değil mi?

Kırmızı kalem ama siyah yazıyor.

Ne demeliyim şimdi kırmızı kalem mi?

Siyah kalem mi?

Yoksa siyah yazan kırmızı kalem mi?

Veya kırmızı ama siyah yazan kalem mi?

Kim demiş AŞK-ın rengi kırmızı diye?

Değil iste değil.

Düpedüz ela.

Emin misin? Kızıl olmasın?

O neredeyse her teline kadar ezbere bildiğim parmaklarımın arasında kayan saçları kızıl değil mi?


Tanrım! Nasıl kestirebilmiş o saçlarını?

Benim çok sevdiğimi unutmuş muydu?

Yoksa o da dengesiz bir ruh haliyle mi kestirdi?

Bana inat,  dokunduğum saçlarından kurtulmak mı istediği?

Kesen ne anlar o saçların…

Benim için ne kadar değerli olduğunu.


Önce ela şimdi kızıl oldu.

İkisi de değil…

Değil mi?

AŞK-ın rengini ikimiz de biliyoruz değil mi?

Beyaz…

Lanet olsun! Evet beyaz. Bağırayım mı?

Beyaz evet beyaz. Oldu mu?

Tenini özledim aslında.

Beyaz tenini. O karanlıkta bile seçebildiğim, kıvrımlarını ezbere bildiğim bedenini, tenini.


Tanrım! Geberiyorum sanki.

AŞK iki kişilikmiş.

Ne iki kişisi düpedüz tek kişilik iste.

Tek kişilik ve olabildiğince bencil.

Dur dur!

Tek kişilik çünkü yalnızım ve hala AŞK içimde.

Ama bencil olan sendin ben değil.

Ben vazgeçmedim. Sen…

Sanki neyi değiştirecek?

Sen anca avut kendini.

Bitiren ben değilim de.


Tanrım! Duvarlar üzerime üzerime geliyor.


AŞK-ın simgesi kalp.

Hı?
Kalbim acımıyor ama, kafamın içinde oluyor olan ne ise.
Sakin ol! Topla kendini. Geçecek biliyorsun.
Zaman her şeyin ilacı.

Kes sesini!

Tamam! Zamanla geçecek inanıyorum buna…


Ama zaman geçmek bilmiyor ki.

Koca evde tek başımayım.

Kendimle konuşuyorum.

Sınırda olmak bu mu yoksa?


Radyoyu açsam mı?

Yok hayır!

Bu saatte ancak AŞK şarkıları çalarlar.

Durumu çok daha zora sokar.

Sese ihtiyacım yok…


Hayır! Var elbette.

O’nun sesine ihtiyacım var.

Gülüşüne, seslenişine.
Tanrım! Bütün kapılar,  bütün düşüncellerim o’na mı çıkacak?

Zaten bir çıkmazdayım.


Kahve soğumamış iyi.

Elim mi titriyor?

Ne zamandan beri titriyor?

Neden fark etmedim?

Kas yıkılmasını anlarım da duyular yıkılır mıymış?

Sana öyle geliyor yıkılan bir şeyler yok.

Sadece düşüncelerin flu.

AŞK flu olmak mi?

Çiçekler solmuş…
Onlar da mı aşık?

Oldu canim sen aşıksın diye her canlı aşık.

Susuz kalmışlar o kadar…


Ben de susuz kaldım…


Gül var bir de.

AŞK-ı güllerle özdeşleştirirler.

Bence değil.

AŞK güle benzemez.

Yok, güzel ama dikeni varmış klişeden öte değil.

Saçma! İllaki bir bitki olacaksa şey olmalı…
Evet evet olacaksa Peyote olmalı veya Humito.


Ask sanrı değil mi?


İçmiş veya denemiş gibi konuşma.

Haklısın ama okuduklarım var.
AŞK-ı da okumuştun…
Tamam! Tamam yeter. Susuyorum.

AŞK susmak mı yoksa?


Saat kaç?

Ne? İki kırk üç mü?

Kafamın içinde olan sesler bu kadar uzun ve çokken yirmi dakika bile olmamış mı?


Tanrım! Zaman benim için duruyor veya yavaşlıyor mu?


Simdi kapı çalsa ve gelen o olsa..


Çalmadan anlarım ki.

Ayak seslerini bile tanırım ben.

Hadi duymadım diyelim,  kapıyı bile açmadan kokusunu almaz mıyım? …


Hani duyuların yıkılmıştı?
Yıkılan sensin iste duyuların değil.

Tanrım! Bir enkaza dönüştüm.

Peki! sen kaç kadını bu yıkıma uğrattın?
Böyle olacağını bilsen terk eder miydin?

Bencilce değil mi?
Hangi birini düşündün?

Kendi yoluna bakmadın mı?

Ama ben…
Sen ne?


Benim duygularım çok farklı.

Onların değil miydi?

Ne düşünüyorum?

Bilmiyorum.

İtiraf et haykır.

Kendime bile itiraf edemeyecek kadar saklıyken mi?

Tamda istediğim bu.

Kav..

Duyamadım…

Yanmaktan öte.

Yanmak değil yani?

Değil daha ötesi.

Tanrım! kavruluyorum.

Ne zamana kadar devam edecek?

Bana zamandan bahsetme.

Şu an ihtiyacım olmayan tek şey zaman.

Ama zaman üstesinden gelecektir biliyorsun.

Bana bilmediğim bir şeyden bahset ve içinde zaman olmayan bir cümle olsun.

Geri dönme ihtimali var mı?

Önemi yok bunun.

Dönse bile eskisi gibi olmayacak.

Unutacaksın yani ve üstesinden geleceksin.

Üstesinden geleceğim de, unutacağımı kim söyledi?

O halde hoş bir anı olarak mı kalacak?

Ne zaman normal biri oldum ki?

Anlamadım?

Asla hoş bir anı olarak kalmayacak.

Bilakis içimi acıtan bir zaman dilimi olacak.

..

Tanrım! Gerçekten içim acıyor.

Ne zaman düzeleceğini düşünüyorsun?

Saat kaç?

İki elli altı.

Zaman böylesine yavaş akarken mi?

Zaman akmıyor, ben akıyorum.

Tanrım! Eriyorum…

PAYLAŞ
Önceki İçerikVazgeçmedim
Sonraki İçerikKelimeler
Volkan Erdal
Çok uzun yıllar bilgi işlem uzmanlığı ve sistem mühendisliği yaptı. Okumayı ve araştırmayı çok sevdi. Düşünce sınırlarını zorlamayı ve en olmadık bakış açısını yakalamayı ilke edinmiş biri.

1 YORUM