Uyku tutmamıştı yine.

Olanca cesaretimi toplayarak elimi sol göğsüme götürerek dürttüm.

-Uyanık mısın?

“Ben gündüzleri uyurum. Sen tek başına kaldığını düşündüğün anda gelirim bilmez misin?”

Bakışları üzerimdeyken soyundum! Çırılçıplaktım.

-Bu gece bitirmeye gidiyoruz. Dedim.

Gülümsedi.

“Utanmayacak mısın?” Diye sordu.

Cevap vermedim kararlıydım. Yerimden kalktım kapıya doğru yürüdüm.

“Deli olma! Dışarıda kar var. Ayrıca nereye gidiyoruz?” diye sordu.

Bu defa gülümseyen ben oldum.

-Bu gece seni gömeceğiz. Dedim.

Sanırım uzun zamandan beri ilk kez beni bu kadar kararlı ve kendimden emin görüyordu. Sustu. Sokaklardan caddelere, caddelerden geniş yollara çıktım. Aştım yolları. Daldım kuytulara. Patikaları izledim, kasabaları geçtim ve nihayet mezarcının evine geldim. Tam kapıyı tıklatacaktım:

“Uyuyordur adam çalmasana kapıyı.” Dedi.

-Alışıktır nasılsa. Dedim.

Dinlemedim kırarcasına vurdum kapıya. Ayak sesleri belirdi. Kapıyı açtığında göz göze geldim. Çıplak olduğumu fark etmiyordu. Soru sormasına fırsat vermeden:

-Gömeceğin biri var. Acelem var ve sabahı bekleyemem. Dedim.

Her şey hazır mı? Diye sordu.

Ne hazırlığı yapacaktım? Hazır olan bendim gerisi önemsizdi. Bir an önce bitsin istiyordum.

-Git yıka öyle getir yoksa gömemem dedi.

Yıkamak nereden çıktı diye düşündüm. Kapıyı yüzüme kapadı. Ayak sesleri uzaklaşıyordu.

-Peki dediğin gibi olsun. Uyuma geleceğim dedim.

Yorulmadan yürüdüm.

“Bunu yapmak istediğine emin misin?”

Cevap vermedim yine. Konuşmasını dinlesem veya karşılık versem ne yapar eder beni vazgeçirirdi. Gevezeliği tutmuştu.

“Hiç olmazsa örtün lütfen. Seni benden başkası çıplak görmesin.”

Mezarcı görmemişti oysa. Önemsemedim. Yürüdüm. Bir kiliseye geldim. Öfkeyle kapıyı yumrukladım.

-Papaz efendi kalk çabuk!

Kapının ardından mum ışığı belirdi. Kapı ardına kadar açıldı. Mumu havaya kaldırıp bana baktı.

-Bir mezarcı beni bekliyor. Gömülecek biri var ve ölmeden önce yıkanmasını istiyor. Dedim.

-Yeterince bilge değilim ama görüyorum ki çıplaksın. Senim yıkanmaya ihtiyacın yok. Dedi

Beni çıplak görmesi utandırmamıştı. Dahası çıplak olduğumu fark etmesi hoşuma gitmişti.

-Kutsal su ile yıkaman faydalı olabilir. Dedim.

-Kutsal su bedeni yıkar. Bir erkeğin yüreğindekini değil. Dedi.

Kapıyı yüzüme kapadı. Merdivenlerden çıkarken sesi hala geliyordu.

-Çıplak olman yetmez. Kutsal sudan yüreğini temizlemesini değil yüreğindekini temizlemesini istiyorsun. Böyle bir su yok!

Yürümeye başladım yine. Karanlık gittikçe koyulaşıyordu.

“Eve dönelim! Üşümeni istemiyorum. Bu kadar çıplak olma. Gözlerden uzak dur lütfen dönelim.

Dağları aştım. Bir rahip elinde asası suyun kenarında duruyordu. Beni gördü.

-Bu Ganj’mı? Diye sordum.

Cevap vermedi ama gülümsemesinden evet dediğini anladım. Usulca suya girdim belime kadar.

-Ganj gömülecek birini yıkamaz. Dedi.

Kafamı suya batıracaktım. Nerden anladığını sordum.

-Gecenin bu saatinde, daha gelmeden çıplak olan biri Ganj’dan medet umuyorsa bilge olmaya ne gerek dedi.

Sudan usulca çıktım. Kimseyi rahatsız etmek istemedim. Yürümeye başladım.

“Soğuk olması yetmezmiş gibi bir de suya girdin delisin sen. Lütfen eve dönelim.” Dedi.

Dinlemedim. Dağları aştım. Uzakta bir tapınak gördüm. Adımlarım hızlandı. İçeri girdim. Avluda yerde oturmuş rahipler gördüm. Dönüp bana baktılar. Biri yerinden kalkarak elinde bir örtüyle geldi. Çıplak olmamı istemiyorlardı. Örtüyü elinden çekip yere attım. Daha ben derdimi anlatmadan:

-Akbabalara, yemeyecekleri yüreği sunman nafile. Dedi.

Tapınaktan çıktım. Merdivenleri inerken yine konuştu:

“Beni incitiyorsun artık. Lütfen eve dönelim.”

Sızısını hissettim o an. Ama ona söylemedim. Birazcık canının yanması beni memnun etti. Onca yıl benim çektiğimi anlar diye umdum.

Yürüdüm fersah fersah. Bir cami gördüm. Girdim içeri. İmam beni süzdü. Konuşma der gibi sus işareti yaptı.

-İlacın bende değil meczup.

Dizlerimin üstünde duruyordum. Yorulmuştum ama vazgeçmeye niyetli değildim. Doğruldum huzurdan çekilmek ister gibi.

-Herkes meczup olamaz değerini bil. Dedi.

Geri döndüm. Mezarcıya geldim yine. Yine kırarcasına vurdum kapıya. Kapıyı açtı.

-Merasime gerek yok. Sadece işini yap ve mezarı kaz. Dedim.

Kazmasını, küreğini alıp yürüdü o önde ben arkada.

“Daha çıplak olduğunu bile göremiyor nasıl bir adamsın sen?” diye sordu.

Mezarlığa baktım. İzbe bir yer gibi göründü gözüme. Yine de ses çıkarmadım. O kazdı ben izledim. Genişliğini gösterdi daha büyük dedim. Uzunluğuna bakmamı istedi daha uzun dedim. Küreği dik tutup derinliği nasıl der gibi baktı daha derin dedim. Yoruldu.

-Yüreğin el kadarken ne çıkaracaksın ki buraya sığamayacak?

Sen ne anlarsın dedim. Bedelini ödedim. Kazma ve kürek için iki altın ödedim. Zaten mezarlığını beğenmemiştim. Yürüdüm elimde kazma kürekle. Issız bir vadiye geldim. İstediğim kadar karanlık, istediğim kadar sessiz ve istediğim kadar uzaktı. Kazdım kazdım. Bütün vadiyi kazdım. Derinliği arza erişinceye kadar kazdım. Uzattım boyunu bir ucu kuzeye diğer ucu güneye vardı. Genişlettim enini bir tarafı güneşin doğduğu, diğer tarafı güneşin battığı gözeye. Tırnaklarımı geçirdim göğsüme çekmeye başladım dışarı. Uzadıkça uzadı.

“Canımızı acıtıyorsun.” Diye haykırdı.

Ben çıkardıkça o büyüdü. Ne yaptıysam sonu gelmedi. Zaten kazdığım mezar bile yetmedi daha sonu gelmeden. O kadar boğuşmama rağmen bir katre çamur bile sıçramamıştı üstüne. Bıraktığım anda tekrar içeri girdi. Canım acıdı yere yığıldım. Ben çamura bulandım. Zorla doğruldum kazdığım mezardan.

“İncitiyorsun ikimizi de. Lütfen evimize dönelim.”

Eve değil evimize demeye başlamıştı. Ama yenilmeyecektim. Bir nehir bulup çamurlardan temizlendim. Nehirden çıktım çaresizdim. Karanlıktan gelen birini duydum. Bekledim. Bir kadın geldi bana kadar. Kadın’da çıplaktı. Benden utanmadı. Benim o’ndan utanmadığım gibi.

-Benim kadar çıplaksın. Ama yeteri kadar güzel değilsin dedim.

-Aradığın yer şu kayalıkların ardında. Ve evet sende benim kadar çıplaksın ve sende yeteri kadar güzel değilsin. Dedi.

İşaret ettiği yere doğru gittim. Sarp kayalıklara ulaştım. Kayalıklar geçmem izin verdi ama her tarafımı kanatarak. Yürüdüm bir nehir gördüm. Karşıya geçmek için sağa sola baktım. Sislerin içinden bir kayık belirdi. İçinde bir adam vardı. Kıyıya gelince durdu. Yanına gittim karşıya gitmem gerek dedim. Kayığı işaret etti bindim. Yol bana uzun geldi. Karşı kıyıya varınca indim. Yürüdüm. Susmuştu içimdeki.

Bir adam gördüm. Yaşlıydı yüzüne baktım. Kurumuş toprak gibiydi yüzü. Huzur vericiydi hali.

-Hoş geldin. Dedi.

Kafamı salladım yürürken. Takip ettim.

-Boyun ne kadar?  diye sordu.

Gömülecek ben değil diyecektim ki konuşamadım. Mezarları gösterdi. İçlerini görebiliyordum. Her mezarda iki kişi yatıyordu. Yüzleri sade ama dudaklarında gülümseme vardı.

-Neden iki kişiler ve neden birbirlerine bakarak uzanmışlar.

Kafasını bir yana eğerek gülümsedi.

-Üstündeki örtüyü attığın gibi gözündeki perdeyi de atmışsın. Dedi.

Anlamadım!

-İster şimdi girersin buraya, ister zamanı geldiğinde. Hak etmişsen eğer. Dedi.

Yerim istesem o an hazırdı. Ama zamanı geldiğinde eğer hala gömememiş isem hazır olacaktı. Ya benimle ya bensiz gömülecekti. Bensiz gömülecekse bir başka mezarlık vardı. Görmek istedim. O önde ben arkada yürüdüm. Neden konuşmuyor diye sordum. Duraksadı.

-Burada söz hakkı onun değil sadece senin.

Mezarlığa baktım hepsi hazırdı ama içleri boştu.

-Buraya kadar gelip bırakanı görmedim. İlk olmak ister misin?

Etrafa baktım. İçime seslendim. Yanıt vermedi. Etraf soğuk ve tekinsiz göründü gözüme. Korktum. Çığlık atmak istedim.

-O’nu bir başına bırakamam. Üşür, korkar, bensiz ne yapar?

-Kayık orada. Uzun ve yorucu bir yoldan geldin.

Göz yaşlarımı sildim. Kayığa döndüm. Oturdum. Hıçkırmaya başladım.

“Buradayım üzme beni.”

Nehri geçtim. Dağları, ovaları aştım. Dönerken bir kadınla karşılaştım. O da çıplaktı. Gülümsedim.

-Biliyorum ikimiz de çıplağız. Ve yeterince güzel değilim. Ve aradığın yer kayalıkların ardında. Nehri geçmek için kayıkçıyı bulacaksın. Ve utanma kayıkçıdan, hem kör hem sağırdır. Dilediğin kadar hıçkırıklara boğulabilirsin.

Eve geldim. Koltuğa yerleştim. İçimdeki konuştu:

“Bir daha böyle yolculuklara çıkmanı istemiyorum. Ne kendini ne beni sakın üzme. Ne sen, ne de ben terk etmeyeceğiz birbirimizi.”

Cevap vermedim. Ama yorulmuştum.

“Çabuk örtün. Bir daha kimseler görmesin seni örtüsüz.”

-Peki dedim.

Örtüyü aldım tam örtünecekken seslendim:

-Bir başka misafir gelse yüreğime itiraz eder misin?

Kafasını kaldırıp gözlerini bana dikti.

“Neden itiraz edeyim?”

Umutlandım o an. Örtüyü kapayacakken son bir cümle döküldü ağzından:

“Ama içeride yer yok ki!”

PAYLAŞ
Önceki İçerikKavga
Sonraki İçerikAŞKA ÂŞIK KARDELEN
Volkan Erdal
Çok uzun yıllar bilgi işlem uzmanlığı ve sistem mühendisliği yaptı. Okumayı ve araştırmayı çok sevdi. Düşünce sınırlarını zorlamayı ve en olmadık bakış açısını yakalamayı ilke edinmiş biri.