Arthere’in Öykü’sü – Part II

0
420
Arthere'in Öykü'sü - Part II

Omar’la Nasıl Tanıştınız?

Tam artık çizimlerimle var olmaktan değilse de onlarla hayatımı geçindirmeye çalışmaktan vazgeçmek üzereydim, yani kendi kendime çizerim ne yapayım diyordum. O sıralarda epey rağbet gören ücretli öğretmenliğe başvurmayı düşünüyordum.

Bu arada Facebook’ta açtığım sayfamda ve birkaç dergide çizimlerimi yayınlıyordum. Yakın çevrem bir şekilde çizim yaptığımı biliyordu. Fransız bir arkadaşım Charlotte bir gün, bana Kadıköy’de Suriyeli sanatçılar tarafından açılan bir mekandan bahsetti. “Omar Berakdar diye bir adam var, deneysel bir çalışma yapıyor, Türkiye’den de sanatçı birine ihtiyacı var” diye anlatıyor. Aklıma sen geldin dedi. Ben tabi daha kendimi sanatçı filan görmüyorum; ben çizerim diyorum, hala da öyleyim. Bir yandan eyvallah dedim ama bir yandan kendime hiç güvenim yok. Hiç çizimlerimle böyle bir iş görüşmesi yapmadım.

Omar’la tanışmaya geldik ve İngilizce konuşacağız; tamam biliyorum ama konunun işle ilgili olması beni kastı. Omar’ın Fransız olmasından ötürü yanımda eski sevgilimle (Fransızdı) girdim oraya. Tabi defterimi de aldım geldim, çizimlerimi gösterdim; benim için o an hayal gibi. Daha henüz masa filan yok her şey kurulum aşamasında bomboş bir yerdi burası ve Omar az çok anlatmaya çalıştı: İşte “Biz bir grup sanatçı olarak deneysel bir iş yapacağız. Suriyeli sanatçılar için bir mekan açıyoruz. Bir de kafemiz var, finansal olarak sanatçılara destek olsun diye kullanacağız; bir yandan kafede çalışılacak bir yandan burada üretebileceğiz ve işlerimizi sergileyebileceğiz vesarie… ”  Aaa! Benim için hayal. Hayalini kurduğum şey. Çünkü zaten artık ancak bilek gücüyle bir şey yapabileceğime inanıyordum; kafede çalışayım eyvallah ve ben bir de burada çizebileceğim öyle mi?! Önce beni direkt etkiledi ama karşımdakini tanımıyorum ve aklımda bir sürü detaylar… Nasıl anlaşabileceğiz tedirginliği var. Bu arada aklım hala ücretli öğretmenlik kısmına takılıyor.

“Bir sanatçının da disiplinize edilmeye ihtiyacı var. En çok da cüret etmeye…”

Makul bir çelişki. Karar vermende etkili olan ne oldu?

Annemlerle konuştum nasıl olacak güvenebiliyor musun vesaire…Yakın arkadaşımla konuşuyordum; o da dedi: “Öykü tamam öğretmenlik iyi ama gene istediğini yapamayacaksın ki buraya bir şans tanı istersen.”

Ancak kararımda asıl etkili olan o an oldu: İkinci görüşmemizdi, Omar’a anlatmıştım az buçuk derdimi ve karasız kaldığımı ama o çizimlerimi çok beğendiğini ve yine kararın kendimde olduğunu söylemişti. Tam kapıdan çıkarken bana şöyle dedi: “Hayallerinin peşini bırakma.” Tam karşılığı bu muydu onu bile net hatırlamıyorum ama o ifade çok net aklımda ve şöyle bir kaldığımı biliyorum.

Bir de karşımda yaş olarak büyük, tecrübesine güvendiğim ve iyi şeyler sezinlediğim biri var. Acayip şeyler anlatıyor. O zaman fark ettim ki bir sanatçının da disiplinize edilmeye ihtiyacı var. En çok da cüret etmeye…”Doğru diyor ya!” dedim içimden. Tamam dedim.

Burada yaptığın iş ve her şey farklı. Hem aile ve dostlar açısından; hem de sanat camiası açısından çevrenden nasıl tepkiler alıyordun?

Artık bu işe girmiş bulunmuşum ve üzerinden de epey vakit geçmesine rağmen; ailem ve çok yakınlarım hala bu duruma pek güvenli gözle bakmıyor.  “Hayatta ne yapacaksın?” sorusunun cevabını bulamadığımı sanıyorlar. Cevap belliydi: “Çizeceğim. Ben bunu yapıyorum. Ben bu hayatta çizebiliyorum.”

İşte ilk gün geldik buraya. Ne yapacağım bilmiyorum. Daha önceden içinde bulunmadığım bir konsept. Zolfakar (Zülfikar) ve ben varız. Aralık 14’te açılışı yapacağız, sene 2014. Duvarları dolduracağız ya, Omar benim defterimi kesmeye başladı; maket bıçağıyla kesiyor. Tamam, bunu da, bunu da ve bunu da asacağız… Ben bir yandan ağlıyorum. Benim için çünkü onlar ne bileyim “benim” işte…

Açılış günü hayatımda ilk defa duvarda işlerim var, her şey çok acayip geliyor. Bir sürü insan durup bakıyor. Ben iş satmaya başladım, ilk işimi sattığım anı hatırlıyorum; yeni evli bir çift, üç işimi birden istediler. Ben şok içindeyim. Resimlerimi gönderdim,  yine arkalarından gözlerim doluyor. Çünkü bir yandan seviniyorum; diğer yandan onlar benim “günlüklerim”…

Resim VII- Nenem Tanrıça Olsaydı (Savaşlar Olmaz Mıydı Acaba?)

Toplum içinde Suriyelilerle karşılaşmalara dair genellikle yüzeysel ve olumsuz deneyimlere rastlıyoruz malum. Arthere ve Suriyelilerle beraber çalışma sürecinde senin ilk gözlemlerin ve deneyimlerin nelerdi?

İlk başlarda burada her şey benim için çok bencilce geçiyordu, kendim için ilerlemeye çalışıyordum. Ama zaman geçtikçe Suriyelilerle tanışmaya başladım. Kendi hikayelerini duymaya başladım ve dayanıklılıkları, güven duyguları, her şeyleri bana acayip ilginç geliyordu. O kadar bi fikrim yokmuş ki Suriye’ye dair, Suriyelilere dair.. Bir yandan utanç içindeyim, bir yandan merak…

Aralık 2014’de açmıştık. Noel için Fransa’ya gidiyor Omar ve burayı büsbütün bana ve Zozo’ya (Zolfaqar) bıraktı, üç hafta yok. Omar’a inanamıyorum. Nasıl güvenebiliyorsun? Omar zaten bana hep bunu öğretti. Güvenmezsen hayatta kalamazsın. Aa!  Bize hep tam tersi öğretilmemiş miydi? “Tamam, arkamı döndüğümde kötü bir şey de olabilir. Ama korkuyla hareket edemem. Ben insanlara güvenmeyi tercih ediyorum.” Ben ise her zaman en ufak konularda bile tedirginlik içerisinde olan biri oldum. Omar’ın elinde yetiştiğim konulardan biri de bu oldu.

Zülfikar, ressamlardan biri, bizim burada yukarıda kalıyordu bir dönem. Evi yoktu o sıra ve bazen on iki saat boyunca anca birbirimizin suratına bakıyorduk. Gelen giden yok, hava da soğuk, ne günler… Suriyelilerin her zaman kendi aralarında vakit geçirdikleri pek dışına çıkmadıkları dar bir çevreleri var burada. Bir keresinde çıkarken onu da çağırdım “Gel seni arkadaşlarımla tanıştırayım.” O kadar mutlu olmuştu ki… Yani aslında bir an şaşırmıştım. Olması gereken aslında bu değil miydi zaten? Neden dışarıda da aynı ortamları paylaşmayalım.

İlk sene hep duyduğum hikayalerin travmasıyla geçti. Mesela diyelim ailevi sorunlarım oluyor ya da ilişkim kötüye gidiyor hemen kendi kendime durup şöyle demek durumunda kalıyorum: “Bu insanlar savaştan, karanlıktan çıktı geldi, hala insanlara ve hayata inanıyor;  bana ne oluyor. Ne hakla karamsarlığa kapılıyorum.”

Peki biraz da çizim tekniğinden konuşalım.

Mürekkepli kalemle siyah-beyaz illüstrasyon yapıyorum ama çoğu insan bu alanda bilgisayarda çizim yapmayı tercih ediyor. Ben ise canlı, elle tutulur olanı özlüyorum; bir şeye verilen emeği görmek hoşuma gidiyor. Resimlerimin içine küçük notlar yazıyorum özellikle, insanlar gerçekten bakmayı hatırlasın, sadece bakmasınlar görsünler diye. Kendime de bir hatırlatma aslında o notlar, unutmayayım diye; uçup gidecekler yoksa, hafıza zayıf. Ben hep sosyal medyanın, kısa anlık işlerine karşıydım. Yaptığım bu delilik işi mi bilmiyorum; detaylar, detaylar… Öyleyse de mutluyum valla!

Resim VIII- Sultan ve Gorgona

Çizimlerine “küçük canavarlarım” dediğini biliyoruz. Kadın figürü daha ön planda sanki ve bir de estetik bir figür olmaktan ziyade herhangi bir organizmayı andırıyorlar. Bu tavrın özel bir nedeni var mı? Bu kadınlar ne anlatmak istiyor?

Öncelikle ben kadın olduğum için ve kendimi bırakabildiğim bir yer olarak görmeye başladığım için kadın ön planda sanırım…Ayrıca kadınlar arasında bi çocukluk geçirdim; annemin çılgın kadın arkadaşları, kendi çocuk yaşına bakmadan beni sinemalara götüren ablacım, anneannem, babaannem… Hal böyle olunca tabi ki kadınlar dans edecek kağıdımın üstünde.

Çizimlerimde kendi hayatımda olamadığım kadar özgür olabiliyorum. Cinselliği, aşkı, sevgiyi, arzuyu kağıda döküyorum… Mesela göbekli kadınları, yuvarlak formları çok seviyorum. Bize dış dünyada dayatılan bir güzel kadın algısına karşı bir duruş diyelim ve ille de kadını estetize eden çizimlere, fotoğraflara her şeye meydan okuma var. İçimizdeki canavarın ya da içimizdeki estetik olmayan şeylerin de pekala kabul görmesini isterdim.

Tabi bu arada erkekler de var resimlerimde. Çoğunlukla aşık olduğum erkekler; bazen onlara duyulan öfke, bazen özlem… Erkekler de bazen kadının, kadınlığını tanımlayan, belirleyen hatta kuşatan figürler olabiliyor. Mesela şu laf vardır ya: Anne olmayan kadın, tam kadın değildir.” Kim demiş, nereden çıkıyor. Bunu özellikle sevip saydığım kadınlardan bile duydum. Tamam biyolojik olarak kadınlığın bir fonksiyonu bu olabilir ama bunu çalıştırmamak kadınlığımdan ya da insanlığımdan bir şey eksiltmiyor. Herkes anne olmak zorunda değil bu dünyada. Benim gerçekten kendi bebeklerim resimlerim. Bir işim vardı mesela “Kutsal Anne Adına” diye. Orada da annelikle tanımlanmış kadınlar meselesi var. Teyze anne yarısıdır derler mesela,; anne olmamış teyze çeyrek anne midir yani ne bileyim, niye kadınlığa dair herkesin bir fikri var?

Bu çelişki sence modern kadının mı sorunu?

Bence bu gibi sorunlar her kültürden kadınların ve hatta erkeklerin bile kendine itiraf edemedikleri şeyler. Bu her şeyden önce “Başka bir hayat mümkün mü?” diye soran insanın sorunu.

Erkeklerin üzerindeki baskı da farklı. Kadınlık, erkeklik, toplumsal cinsiyet tanımıyla da derdim ayrı zaten… Bir çok modern kadının aslında anne olmak istediğini söylemekten kaçınır hale gelmesi de ayrı bir sorun. Çünkü anne olmak istemekte de sıkıntı yok. İlişkinin formu modernse anne olmak istediğini söyleyemezsin; gelenekselse anne olmaya karşı duramazsın vesaire… Bir arkadaşım, seneler boyunca itiraf edemedi kendine anne olmak istediğini ve sonunda bunu kabul ettiğinde resmen rahatlamıştı.

Resim IX- My Edgar Allan Poe

Peki çizimlerinde nelerden/kimlerden ilham alıyorsun?

Edebiyattan ve kedilerden çok besleniyorum. Bir süre Emile Zola’ nın karakterleri üstüne çizimler yapmıştım, mesala, en son çok sevdiğim Oğuz Atay’ın “Tehlikeli Oyunlar”ından esinlenerek de iki iş yaptım…ah o Hikmet’ler… Müzik, sinema, tiyatro sanatın her dalı birbirini besliyor, şahane değil mi? Tabi bir de her ay Varlık Dergisi’ne çiziyorum, çok kıymetli benim için oraya iş yapıyor olmak. Bunların hepsi çorbayı karıştırmama yarıyor.

“Gençler zaman ayırsın istiyorum.”

Yeni başlayan gençlere ne tavsiyeler vermek istersin?

Her zaman geldiğimiz yerin bir ötesi daha var. Onu yapamadan nefes alamadığınızı düşündüğünüz bir şeye sahipseniz, kimse tutamayacak sizi merak etmeyin! Bir de düşmeyi öğrenmeli herkes bence. Korkmamak ve sabır gerek. Ayrıca herhangi bir konuda başkalarından iyi olmak üstünlük taslamayı gerektirmiyor. Camiada burnu havadalık çok fazla mevcut maalesef; o kadar hazırız ki hemen yarışmaya, en birinci olmaya… Gerçi bakma böyle söylediğime normalde en küçük oyunlarda bile pisleşirim, az rekabetçi değilim. Ama iş ciddiye aldığın bir meseleye gelmişse ayağını kendin için denk almalı. Sanatla uğraşan kimselerin biraz küçük dağları ben yarattım halleri var, Allahım inşallah öyle olmam ben de! Şu hayatta en çok ne isterdin diye sorsan, bir gün gerçek anlamıyla samimi olabilmeyi başarmak istiyorum, derim. Hala pişiyorum!

Bir de, gençler zaman ayırsın istiyorum. Şu dönemde kahvaltından öğle yemeğine gündem değişiyor. Çizimlerimde kağıdın o çok küçük, dip köşe yerlerine dalarak ya da tersten yazılar yazarak o sabırsızlığı da kırabileceğimi umuyorum.

Fotoğraf II- Omar Berakdar ve Öykü Doğan

Keşke bu savaşı beklemeseydim tanışmak icin Suriyenin insanlarıyla.”

Son olarak Arthere yaşamında neleri değiştirdi?

Arthere’da kendimi yaşamaya başladım, beni olduğum gibi kabul eden insanlarla bir arada olmanın sevincini her an hissettim. Ne garip degil mi bazen kendi memleketimden insanların yanında bu kadar özgür hissedemezken! Suriyeli sanatçılara bir sans olsun diye açılan bu yer en büyük şansım oldu… Ama bazen düşünüyorum keşke bu savaşı beklemeseydim tanışmak icin Suriye’nin insanlarıyla…

İlk zamanlar aramızda pek çok çatışmalar da oluyordu. Ama bu birbirimizi anlamayı ve öğrenmeyi ciddiye almaktan kaynaklanıyordu, bu işi beraber yapacaksak hiç bir şeyi geçiştiremezdik. Zamanla birbirimizi artık çok iyi tanımaya başladık karşılıklı sınırlarımızı öğrendik ve bir yandan Arthere 2. ev olmaya başladı diğer yandan üretime geçmem için muazzam bir  ortam oluştu.

Omar bana meydan sık sık meydan okur. Böylece cüret etmediğim şeylere el atmama sebep oldu, benim her ne kadar çoğu zaman ilk tepkim hayır olsa da ve bir yanım hep geri çekilmek istese de Omar beni ileriye doğru tetikleyen ilk adımı atmam için cesaret veren güç oldu.

Mesela son olarak Omar ile ilgili bir başka az bilinen özellik daha anlatayım: Omar ne zaman kötü bir haber alsa; ya bir çiçek eker ya da bir kedi için özel bir yer yapmaya başlar. Ne bileyim tahtalarla, malzemelerle, sesini çıkarmadan iş başında görüyorsam anlarım… Bir yok oluşa karşılık bir var ediş! Omar’a en çok bunun için saygı duyuyorum sanırım, bir bakıma hayat ustam diyebilirim onun için!

20-23 Eylül 2018 tarihleri arasında Contemporary İstanbul’da çalışmalarını sergileyen Arthere İstanbul sanatçılarının ve Öykü Doğan’ın işlerini görmek, mekanı ziyaret etmek ve kendileriyle tanışmak isteyenler 24 Eylül – 24 Ekim tarihleri boyunca Kadıköy Yeldeğirmeni’de bu sanat kafeye ziyarette bulunabilirler. 

Öykü Doğan’ın tüm çalışmalarını incelemek için:

www.behance.net/avradinova

www.instagram.com/goykudogan/

 

PAYLAŞ
Önceki İçerikArthere’in Öykü’sü – I
Sonraki İçerikİDSO DenizBank Konserleri’nde Kasım Ayının İlk Konseri Caddebostan Kültür Merkezi’nde…
Beyza Dut
Beyza Dut; Sanata ve duygulara dair olan ne varsa yaşamın merkezine alınmasında bir sakınca görmeyen biri… Lise yıllarını İstanbul-Çemberlitaş’ta, üniversite yıllarını Çanakkale’de geçirdi. Bir süredir online mecralarda yazılarını paylaşıyor. İstanbul’da yaşıyor. Halen İstanbul Üniversitesi ‘’ Uluslararası Medya’’ programında master yapmakta olup, tam zamanlı olarak uluslararası bir stratejik araştırma merkezinde Göç ve Medya üzerine Araştırma Asistanı olarak görev almakta. Tiyatro eğitimi ve deneyimleri de bulunuyor ve pek çok gönüllülük esaslı faaliyetlerde bu deneyimlerini projelerine yansıtmıştır. Şiir yazmak ve resim çizmek en sevdiklerinden…