Değil mi ki, beylerimiz ferman eylemiş;

bir seher vakti, su bile uyurken,

dostu da düşmanı da ayakta.

Dinle, yüce dağlarda salınan

ve karanlık geceleri yırtan

ve direnişin ve umudun sesi olan

yayla insanlarının hikayesidir bu.

Ol hikayet, yeşil yol türküsü.

 

Cümle ufku yaman girdap,

yücesine kuş barındırmaz dağları.

Menzil bozar rüzgarları savruk,

toz etmiş demir yumruğuyla,

toz etmiş ufalayarak kayaları.

Ve sakız gibi bembeyaz gök

ve patlamaya hazır papatyalar

ve nergisler ve kasımpatları ve çiğdemler

ve kalpleri çam ağaçları için atan insanlar.

 

Can bulup yeşerdi miydi toprak,

tebdil mekan çağı gelmiştir;

eteklerinde nice meclisler kurulur.

Yeryüzünün kınası gibi baharın müjdesi.

İçin içine sığmaz ya hani,

toprak da öyle yerinde duramaz.

Yağmurlar, geri mi kalır!

Nice gazellere iz bırakır,

birbirleriyle atışan damlalar,

bu çeşnisi içinde baharın.

 

Tekmil bedenleri, ince bir dal;

rüzgara vurgun, mızrak gibi gövdeleri.

Günleri geceye yıkar,

emeğini toprağa oya gibi işler.

Toprak cömerttir, yayla insanı da cömert;

paylaşır ne varsa her şeyini.

Fakat, istemez yol gelmesini;

o yol ki, yaylanın bağrına saplanan

ucu kanlı bir hançerdir;

geçtiği her yerde her şeyi bitirir.

 

Selamsız sabahsız girmişler yaylaya,

destursuz müteahhit yamakları,

balta suratlı ustaları,

iş makineleri ve silahlı herifler.

Ağaları yol vermiş, “Korkmayın!” demiş,

“Karşınıza çıkanı ezip geçin!” demiş.

Devletin askerini, polisini yanlarına katmış.

Bir seher vakti, su bile uyurken,

sökün etmişler ormana.

Uğursuz ayakları çiğnemiş toprağı,

bağrından kopartılıp atılmış;

önlerinde sıra sıra çam ağaçları.

 

İçine dert oldu Havva Ana’nın;

yavrusuydu her bir çam ağacı

ve atalarının vasiyeti.

Yol demek ölüm demekti.

Yaylaları birbirlerine bağlamaya,

düşmanın bile gücü yetmemişti.

Ormanın ırzı, yayla insanının ırzıydı.

Bir seher vakti, su bile uyurken,

iliklerine kadar çekildi toprak;

dağlar ise utancından mosmor.

Karadeniz'in bağrını delip geçen "Yeşil Yol"a karşı en büyük direnişi gösteren yiğit Karadeniz kadınlarıdır. Umudun da direnişin de sembolü onlardır.
Karadeniz’in bağrını delip geçen “Yeşil Yol”a karşı en büyük direnişi gösteren yiğit Karadeniz kadınlarıdır. Umudun da direnişin de sembolü onlardır.

Yaylanın bağrına saplanan hançer,

kesip koparttı Havva Ana’nın ciğerlerini.

Toprak küçüldükçe, insan büyümez evladım.

Demir kaleler, elbet bir gün yıkılacak;

yaylaları kurtaracak aslan yürekli yiğitler.

O yiğitler ki, göğüsleri rüzgarla dolu,

yağmurlar yıkamış nice arzularını

ve toprağın bereketi güç katmış

ve kabardıkça kabarmış yürekleri.

 

Ne bilsinler bizi evladım, ne bilsinler bizi!

Kimisi “çapulcu” der, kimisi “eşkıya”.

Onlar için toprak demek rant demek,

yaylalar sahipsiz hazine.

Bizden gayrısına umut yok evladım;

devlet de biziz, millet de!

Kılıç gibi nasip almak bu can bedende,

bir seher vakti, su bile uyurken,

rüzgara karşı çınlamalı

ve çam ağaçlarıyla –hey hat–

direnişin ve umudun sesi.

PAYLAŞ
Önceki İçerikVan Gogh ile Paul Gauguin Arasındaki İlişki
Sonraki İçerikGittikçe Yaşlanan Cadılarız
Alkım Saygın
Alkım Saygın, 1982’de Trabzon’da doğdu. 2005 yılında Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü birincilikle bitirdi. 2010 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Anabilim Dalı’nda “Kant ve Levinas Etiğinde Özgürlük Kavramı Üzerine” isimli teziyle yüksek lisansını tamamladı. 2015 yılında Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Anabilim Dalı’nda “20. Yüzyıl Türk Düşüncesinde Garbiyatçılık (Oksidentalizm) Üzerine Bir İnceleme” isimli doktora çalışmasını bitirdi. Bekâr ve iyi derecede İngilizce bilen Alkım Saygın, meslek hayatını çeşitli yayınevi ve dergilerde yazarlık, editörlük, çevirmenlik, yayın koordinatörlüğü, yayın danışmanlığı ve genel yayın yönetmenliği yaparak sürdürmektedir.