Yaşlıdır Bu Ülkenin İnsanları

Birinci Bölüm: Orospu

Herkes,

Kendi ömrünün dikenlerinde açmış çiçeklerin

Kelebekleriydi biraz:

Anlaşılmaz derecede

Anlaşılmak için çırpınan;

Çırpındıkça

Kendi yemişine yem olan…

Sözleriniz ne kadar yavan dedi kadın, alaycı ve keskin gülümsemesinin ardından. Sigarasından aldığı derin bir nefesten sonra bacak bacak üzerine attı. Çıplak bedeni parlıyordu loş odanın içinde. Güzeldi bacakları çirkin olan diğer yerlerine göre. Daha da yerleşti oturduğu koltuğa. Hala gülüyordu. Neden? Bir cevap bekliyordu. Senin derdin sadece fazla yorgun olmak dedi yine aynı edayla. Yorgun mu? Evet yorgun dedi. Çünkü enerjini saçma sapan şeylerle harcıyorsun çalışmak yerine dedi. Buda hayatımı zorlaştırıyormuş. Beni rahatsız etmek istediği belliydi. Ama rahatsız olmuyordum. Tersine eğlendiğim bile söylenebilirdi. Çekici görünmek istediği belliydi sigarasını söndürürken. Oysa iki parmak arasına takılmıştı gözlerim. O iki meyveyi yemek istiyordum nikotin tadını içime çekerek. Uzun zamandan beri tanışıyorduk. İhtiyacım olduğunda arıyordum, iki saat sonra geliyordu bu eve. Benim evime.

Gizlerin ardında hayat. Gizlerin dibinde. Bir ben bir de ölüm. Daha ne var ki? Yaşayacaksın, yaşamdan bıkacaksın. Ve bir baban olmayacak bu yaşamda. Varsa şansına küs.

Ellerini bacaklarında gezdiriyordu. Sözünü tutmuştu çünkü ter kokmuyordu. Ben de yıkanmıştım. Önceki gelişinde böyle karar vermiştik. Sevişmelerimizi daha çekilir hale getirebilmek için. Ne düşünüyorsun? Dedi merak ettiğine kendini zorlayarak. Hiç… Sadece bacaklarını. Vücudumun en beğendiğin tarafı değil mi? Bir de ellerin. Neden? Çünkü çok iyi kavrıyorlar. Benim kocam olmak ister misin? Burada istediğin kadar kalabilirsin. Karın olarak mı? İstediğin gibi. Sana yemek yapmamdan hoşlanır mısın? Düzenli yemek yemekten hoşlanmam. Ama düzenli sevişmek hoşuma gider. Yüzündeki kırışıklıklar artmıştı somurttuğu için. Nasıl geçiniriz? Sen orospuluğa devam edersin ben de böyle yaşamaya. Ya çalışmak istemezsem? Olur. Kahkaha atarak gülmeye başladı. Tüm yaşamını bu kahkahaların içinde boğuyordu. Yalnızdı. Sadece kahkahalarıyla. Organını göstererek bunu sadece sana yedirmem dedi. Hala gülüyordu. Bende gülmeye başladım.

Ölümün ardından gelen ayak izleri bana ait. Yaklaşmak uzaklaşmaktan daha zor. Ölüm beni ararken onu buldu. O herkesten uzaklaşarak bıraktı kendini boşluğa. Ölüm yine de memnun kalmadı. Çünkü ölüm sadece kendisiyle hesaplaşıyordu başka bedenlerde. Aynı aynaya bakan bizler gibi…

Bulabileceğim tüm kelimeleri tüketmiştim. O da sıkılmıştı benden. Bu gece benimle kalacaksın değil mi? Evet, hep kalmıyor muyum? Karnım acıktı dedi. Dolapta dünden kalan yemek olacak. Oturduğu koltuktan kalktı, mutfağa doğru emin adımlarla yürümeye başladı. Bense onu izliyordum. Karşımda duran boş koltuğa doğru bir sigara yaktım. Ellerimi sakallarıma götürdüm. Çok uzamışlardı. Panjurun açık olan aralıklarından sızan ışıklar hoşuma gitmişti. Buna karşılık yaklaşık beş saattir sadece kapıyı açmak için ayrıldığım koltuktan kalkarak radyoyu açtım. Sonra yine gömüldüm koltuğuma. Kalçalarımın ağrıdığını hissettim hareketsizlikten. Aralıktan sızan ışık demetleri çok iyi gelmişti. Yaşadığımı hissettiriyordu yorgun bedenime. O böyle söylemişti. İnce dilimleri elimle kavramaya çalışıyordum. Öpmek için, sonra gözlerime değdirmek için. Hep böyle ulaşılmaz olmak zorunda mısınız? Böyle gizemli ve uzak… Ve yakınımda birilerinin daha yaşadığını haber vermek zorunda mısınız? Denizin ardında… Karşı apartmanda… Karşı kaldırımda… Karşı sokakta… Karşı mahallede… Karşı şehirde… Karşı ülkede… Karşı kıyıda… Işık başka ne işe yarar?

Sıyrılmaya çalışıyorum. Bu dibi görünmeyen yaşamdan. Elimden geldiğince yaklaştığımı hissediyorum. Ölüm yorulmasın ben yakınındayım. Her yaşamın bir inişi vardır. Öyle inanılması güç ve saçmalık dolu…

Kapıda duruyordu. Beni yakalamıştı ışık demetleriyle konuşurken. Kafasını iki yana salladıktan sonra doymanın verdiği rahatlıkla yeniden koltuğuna oturdu. Bu sefer bacaklarını iki yana açarak. Onun doymasının verdiği rahatlık şimdi beni daha fazla rahatlatmıştı. Ellerim terliyordu yavaş yavaş. Yavaşlık heyecanla beraber ilerliyordu. Nasıldı yemek, beğendin mi? Güzel yemek yapıyorsun, ancak acele etmeden daha yavaş yapmalısın dedi. Sonra ekledi bildiği bir konu üzerinde yorum yapmaktan zevk duyarak: Fazla kurcalamadan, kendi haline bırakmalısın pişen yemeği. Beni hala nasıl heyecanlandırabiliyorsun? Dedim artık kendimi engellemekten vazgeçerek. Cinselliğinin objesi olduğum için. Kadın! Sen harikasın, olamadığın biri gibi davrandığın için. Hali hazırda bulunan kimliğinden yemediğin için. Bense hala biri olamadım. Olma zorunluluğu da hissetmedim. Beni çok yalnız bırakıyorsun dedi dudaklarını bükerek. Şimdi bir çocuk duruyordu karşımda. Elimde olmadan dedim.

Sorun? Benim içindeki benden süratle uzaklaşmaktı. Benim ne olduğu anlamına sahip olduğum bu yaratıktan kurtulmaktı. Ölüme sığınmak istiyordum. Korkuyordum. Çünkü biri ölürken o korkunun nasıl olduğunu hissetmiştim.

Beni hiç merak ettin mi? Bazen ettim dedim. Ama bildiklerimde yeterli diye düşünüyorum. İlişkimiz için bu kadar yeterli. Bunca yıldır hiç soru sormadın. Seninle ilgili sorduğum soruları da hep geçiştirdin. Verdiğim cevaplarda beni ne kadar tanıyacağını sanıyorsun? Tanırdım dedi kararlı. Konuşmayı beceremem.  Beni ciddiye almadığını hissediyorum. Saçmalıyorsun. Haddimi aştığımı, sana yaranmak istediğimi düşünüyorsun. Neden zorlaştırıyorsun? Biz böyle mutluyuz. Ben… Ben birileri tarafından ciddiye alınmak istiyorum. Önemli mi olmak istiyorsun dedim üzülerek. Evet… Evet kesinlikle. Senin için önemli olmak istiyorum. Ne önemi var ki… Kim kimin hayatında önemli ki? Bu çıkar ilişkisinden ibaret sadece. Parayı söylüyorsan buna mecburum. Hayır. Bütün ilişkilerden bahsediyorum.

Kadın üzgündü… Çünkü başkası tarafından hissedilmek istiyordu. Hissedilmek… Çöküş demekti. Hissedilmek bile dürüst değildi kendi içinde.

Şimdi ışık demetleri kadının yüzündeydi. Kadını şimdi daha çok seviyordum. Kafasını yana yatırması ne güzel olmuştu. Hayat özgür bir ışığın içinde başlamış ve yana yatan bir yüzün solgun derisinde bitmişti. Paramparça olmuştu yüzün her bölümü. Gece feneri şimdi bu yüz için dönüyordu aydınlatmak için. Deniz ara vermişti içini göstermeye. Hadi gül biraz. Benimle eğlen istersen ama ileriye gitme. Alınganlık en kötü huyumdur. Neden sakallarını kesmedin? Rahatsız olur musun? Seçme şansımın olmadığını biliyorum dedi. Suratıma fazla sürtmezsen sevinirim. Öyleyse yatalım. Nasıl istersen patron. Yatağıma gitmemize gerek yok. Bu odanın her yanı bizim. Ellerini ver bana, onları içime alacağım. Bacakların bu kadar pürüzsüz olmak zorunda mı? Her anın anlamı vardı. Işık demetlerinin içinde kayboluyordum. Boğuluyordum artık yüzmek istemezken.

Unuttum nefes almayı… Görmeyi… Neyse ney…

Uyandım. Neredesin? Gitmiş. Oysa ben kahvaltı edeceğimizi düşünmüştüm. Arada sırada kaldığı gibi yine gitmeyebilirdi. Karşımda duran bir tel saçına bakıyorum. Ne kadar bakımsız ve savruk. Taranmaktan bıkmış, boyanmaya doymamış. Yorgunum. Canım artık kahvaltı etmekte istemiyor. Öylece uzanmak yatakta… Acelem yok. Akşamı bekliyorum avutması için yüreğimi. Sonra dolaşmak istiyorum. Nefesimi geri almak istiyorum hayattan. Ödünç olarak…

Ben başladın yine ben bitiririm… Bu kadar hakkım olmalı ölüme karşı.