İkinci Bölüm: Şeyda

Yaşam umutsuzluğun

Öbür yanında başlar.

“Nietzsche”

Dışarısı… Giyiniyorum ve savruk vücuduma bakmadan dalıyorum insanların içine. Geçmişin elindeki sokaklar yalnız ve ıssız… Yaşamak için yalnız mı olmak gerekiyor? Hissetmek ve var olduğumu hissettirmek için biraz nefes almaya ihtiyacım var. Karanlık duvarların yakınmalarını dinlememek adına bugün, insanların içine dalıyorum. Her nefretin altında yatan boşalma gibi… İnsanlara ihtiyacım olduğunu biliyorum. Hadi bırak beni insanların arasına… Durma herkes gibi olmak için savaşmaya… Sorgusuzca at kendini gerçek oluşumun içine…

Yazık ki, maalesef, üzülerek söylüyorum uzaklığın verdiği boşluk ve yakınlığın verdiği samimiyet –samimiyetsizlik- olsa da onlarla ötekileşmeye mecbursun. Çünkü insanlar ancak başkalarının gözünden kendini tanır…

Öyle dağınık ve yoklar ki aslında, boğuluyorum. Bu şehir sadece bir sokaktan ibaret. Bir kadın geçiyor yanımdan acı çeken siyah çarşafıyla. Sonra bir kadın ve bir kadın daha… Milyonlarca yalnız kadın geçiyor yanımdan. Bu şehirde yaşayan kadınların hepsi mi yalnız? Bırak kendini bütün kadınların vücuduna. İçki istiyor canım. İşemek istiyor umarsızca birayla dolan midemi boşaltmak için. Pis bir yer biliyorum. Öyle pis ki, oturmaya korkarsın, öyle pis ki, gülmeye korkarsın ve öyle pis ki, inatla oturup bir bira içmek istersin boşalan masaların en sadesinde… Biraz ayakta bekledikten sonra iyi manzarası olan, iki kişilik bir masaya yerleşebildim. Neden olduğunu bilmediğim bir sebepten, bedenimi rahatlama, huzur ve geç gelen mutluluk duygusu kapladı. Geniş ağızlı kadın yanıma yaklaşırken gülümsüyor, garsonmuş. Ne içersiniz? Çok resmi. Bir bira. Öyle soğuk ve yalnız olsun ki, benim olsun. Düşünerek hareket etmenin kasıntısını yaşamadan, meraklı bakışlardan kaçıyorum bu gece. Bira… Kadının elindeki bira bardaklarından sıyrılarak elime kavuşuyor. Arjantin…

Çok uzaklarda olsan da sıyrılamazsın…

Arjantinin ağırlığı bileğimi zorlarken, kadın garsonu yanımda dikilirken gördüm. Buyurun oturun. Rahatsız etmiyorum umarım. Yoo… Ne içersiniz? Belki birazdan. Nasıl isterseniz. İlk defa mı geliyorsunuz? İki ya da üçüncü olabilir. Arkadaşınız yok mu? Bu gece yok. Buraya genelde dağıtmaya gelirler. Bu konuşmanın durumu pek iç açıcı görünmüyor. İsminiz nedir? Şeyda. Ne güzel bir isim. Sizin isminiz? Benim? Unuttum… Gülüyor, kahkahaları tüm masalardaki gözleri uyandırıyor. Ben fazla dikkat çekmekten hoşlanmam. Fazla konuşmaktan da hoşlanmıyorsunuz herhalde.

Kadın kokusu, kadın gülüşü… Bu gece ne olur sen konuş, sabaha kadar seni dinleyebilirim. İyi şeylerden bahset, güzel şeylerden. Umuttan, gelecekten… Ölümden uzak olalım bu gece.

Sana rüyalarımdan bahsetmemi ister misin? Dedi, benden ümidini keserek. Gururlu bir kadına benziyor. Doğru bildin. Burada olmaktan dolayı ağladığımı, sızlandığımı duymayacaksın. Memnunum hayatımdan. Her gece yeni bir erkek tanımaktan. İçki sunmaktan, farklı sigara dumanlarını içime çekmekten… Eğer istemezsem çeker giderim. Başka bir şehirde yaparım işimi. Ne diyordum? Rüyalarını anlatacaktın. Rüyalarım… İnsan düşünmekten vazgeçince rüyaları da saçma sapan oluyor. Ama bir kere dalarsa gerçeğin içine… Gece devam ediyor o gizemin bilinmedik ayrıntılarında. Güzel değil bu kadın, sempatik de değil, ama çekici… Evet, erkekler ağlamadığım için benden etkilenirler. İçimi nasıl duyabiliyorsun? Sen zaten sesli konuşuyorsun.

Müzik, o karanlık anlara seni çağırıyor… Evet, karamsar biriyim. Ve bu karamsar durumdan, insanların mutluluklarını bozabilirim diye vazgeçme niyetinde değilim. Sadece anlaşılmak istiyorum. Onaylanmak değil! Anlaşılmak… Sözler ise hiçbir zaman yeterli olmuyor!

İstersen dışarıda da görüşebiliriz. İşte dışarıdayız! Zamandan ve insanlardan sıyrılmış bir anı yaşıyoruz. Peki, sen nasıl istersen Şeyda. Düşünüyor… Bana anlatacaklarını kafasında toparlamaya çalışıyor olmalı. Bırak, onlar çıksın ağzından. Ben herkes gibi değilim. Rahatlık en sevdiğim yaşam şeklidir. Karşı masadan biri bağırıyor. Tam sırası! Ya unutursa söyleyeceklerini. Biranın sonuna geldim. Bana da daha getirir misin? Başıyla onaylıyor. Tepsisindekileri tek tek boşaltarak en son benimkini getiriyor. Sonra yine kaldığı yerden bana dönüyor. Gitme bir daha… Bırakma beni… Esaretimi fark et ama gitme… Ölü olduğumu fark et ama gitme… Gözleri de kocaman, dudakları da… Bütün iletişim araçları belirgin Şeyda’nın. Benim ince dudaklarım, kısık gözlerim gibi değil iletişimi. Daha olağan, kolay ve sıcak… Rüyalarım demiştim ya, onlar uçurumlarla dolu. Çünkü ben yükseklikten çok korkarım. Akıp gitmekten, uçmaktan,  havanın delicesine yüzüme vurmasından. Karabasanlarım hep uçurumlarla doludur küçüklüğümden beri. Balkonun yıkılması, evin uçuruma dönüşmesi ve toprağın görünmeyen yanı… Dedi, yeniden önüne bakarak. Ya seninkiler? Uçurum var mı? Ölüm var mı? Benim… Uçurumlar yerine daha belirgin kaçışlar var. Hatırlamıyorum. Belki de senin kadar üzerinde durmuyorum. Herhalde ölümden senin kadar korkmuyorum. Sen hiç sevdiğin birini kaybettin mi? Şeyda, ben hayatta hep kaybettim. Hayır, sevdiğin birini kaybettin mi? Hayır. O zaman çok şanslısın. Patron bana bakıyor. İzin verirsen kalkmalıyım. İşimi kaybetmek istemiyorum. Şey… Senin için üzüldüm. Neden? İşte üzüldüm. Şeyda…

Her insanın adı var bende. Bir de tadı. Yaşamsal alanların içinde sadece anların paylaşımı var. Üzüntünün, sevincin, yalnızlığın, acının… Sonra yine baş başa katlanmak zorunda kaldığım kendim var. Kadın… Bu gece beni ifade etmek zorunda mıydın? Ben sadece içki içmek istiyordum. Derin mutsuzluğumu delmeye hakkın yoktu…