“Var olmak algılamaktır. Ağaçlar algılayan birileri olduğu sürece vardırlar. Ormanda bir ağaç devrilse kimse duyar mı?”George Berkely

Varlığın var olup olmadığı ontolojide esaslı bir problemdir. Yüzlerce yıl filozoflar bu sorunu araştırmış ve kendilerine göre bir sonuca ulaşmışlardır.

Bir nesneye baktığımızda hepimizin götürdüğü şey farklıdır. Bir elmadan bahsedersek eğer, kardeşimin gördüğü elma “kıpkırmızı bir Amasya elması” iken benim gördüğüm ” kurtlu, ekşi bir elma” olabilir. Kendi kafamızda nasıl algılarsak o elmayı öyle görüyoruz.

Hani bir hikaye vardır: “Renkli kişiliği ve düşük not vermesiyle öğrencileri arasında özel bir üne sahip olan felsefe öğretmeni, sınavda sandalyesini kaldırıp masanın üstüne koydu ve “Sınav sorumu soruyorum. Bu sandalyenin var olmadığını kanıtlayınız.” dedi. Ancak sınav kağıtlarını okuduktan sonra ününe gölge düşüreceğini bilmesine rağmen ilk kez bir öğrencisine tam puan verdi. Öğrencinin sınav kağıdında şu iki sözcük yazıyordu: “Hangi sandalye?”

Bu örnekte de olduğu gibi biz algılayamadığımız sürece o nesne yoktur. Örneğin; küçük çocuklara kuşları öğretmeden önce onlar henüz kuşları bilip algılayamadıkları için onların dünyasında kuş diye bir kavram yoktur. Onlar büyüyüp dünyadaki kuş denen türleri öğrendikleri anda kuşları algılamaya başlarlar ve evet artık “kuş” kavramı onların dünyasında da yer alır.

Evrendeki yıldızlardan her gün milyonlarcası sönerken bunları duyan bilen birileri var mıdır? Varlığından haberimizin olmadığı, bilmediğimiz yıldızların kayboluşunu da bilmemiz imkansızdır. Çünkü onları algılamamış ve kendi evrenimize yerleştirmemişizdir. Bu da ölümlerinin de bizi etkilemediği anlamına gelir.

Peki, o halde sorunumuz şudur: “Bu evren sadece ben algıladığım için mi var?”

Hayır. Yani, eğer bir zihin algılamayı bırakırsa varlık yok olmayacak, başka zihinler algılamaya devam ettiği için varlığın sürekliliği sağlanmış olacaktır.

Pastacının elindeki kremşantiyi pastanenin dışındaki çocuğun algılamaması nesneyi yok etmez, çünkü pastacı o nesneyi algılamıştır, yani varlığı kesindir.

Ama eğer hiç kimse algılamasaydı, bu zaten nesnenin var olmadığını gösterirdi. Bu yüzden o nesne hakkında konuşmaya gerek bile yoktur.

Hatta bu ifadeyi tanrısallığa vuracak olursak; bütün zihinlerin üstünde de tanrının zihni vardır. Yani bütün zihinler algılamayı bıraktığında bile, tanrının mutlak algısı, varlığın var olmasını sağlamaya yetecektir. Mesela melekler… Biz meleklerin var oluşunu duyularımızla algılayamıyoruz. Fakat dine göre melekler vardır. Çünkü tanrı melekleri algılar.

Sonuç olarak; varlığın var olma koşulu birileri tarafından algılanmaktır. Var olmak algılamaktır.

11 YORUMLAR

  1. Bu yazı felsefe adına tam bir skandaldır. Berkely’in bahsettiği şey herhangi bir nesnenin var olması yönünde algılanmaması değil. O dönem için bütünlük idealine karşı oluşturulmuş aksi düşüncedir. Yani herhangi bir nesne var iken buna yok veya var iken yok demek ya da bu düşünceyi yaymaya çalışmak saçmalıktan başka bir şey değildir. Filozofun bahsettiği şey tamamen ontolojiktir ve varlık gerçekliktir bunu inkar etmez. Bu derece basit ve absürt bir anlatım olamaz.

  2. Eğer bilgi aktarımını bir zincir gibi düşünürsek ve her aktarım bir halka ise tüm bu halkalar sağlam bir biçimde oluşturulmalı ki tam olarak bir zincir ortaya koyduğumuzu ifade edelim lakin herhangi bir düşünürün ya da sanatçının anlatmak istediğini kişisel yorumlarımızla kısırlaştırmak istiyorsak bu zincirin halkasını zayıf oluşturmaktır. Söz konusu Picasso’dan açılmışken şunu söylemeliyim herhangi bir resimde bizim ifade ettiğimiz şeyler sanatçının anlatmak istediklerinin dışına çıkarsa bu sanatçıyı yok saymaktır lakin sanatçı yerine artık sen olmuş olursun. Eğer tarihe yön vermiş düşünceleri ya da sanat eserlerini bir değer içinde ifade ediyorsak orjinalliğe sadık kalınmalı ve olduğu gibi aktarılmalı, yorum ise sadece belli düşünce zemin alınarak üzerine kurulan inşadır, mevcut olan düşünceyi harap etmek değildir. İş bu eleştiri kısmına gelirsek eleştiri yeri gelince yıkıcı da olabilir ki bir şeylere baştan başlanıp yanlış atılan ilmikleri de düzeltmesi sağlansın. Tüm bunlar göz önüne alınmadan yapılan söylemler ve olgunluk tartışmaları sadece laf atmak ve kuruntu üretmekten ibaret kalır.

    • Hangi düşüncenin doğru olduğunu nereden bileceğiz peki? Sizin düşünceniz bana, benim düşüncem size yanlış geliyorken kesin bir sonuca nasıl varmamızı bekliyorsunuz? Eğer birileri doğru buluyor diye yanlış olanı kabul etseydik felsefe diye bir şey olmazdı. Ayrıca yıkıcı eleştiri bir insanın bütün ömrüne düzenlenmiş bir suikasttir, yok saymadır. O ana kadar aklından geçen tüm düşünceleri kendi özgüveninizle uçurumun kenarından itmektir. Yapıcı olmak varken yıkıcılığı tercih etmenin kendini beğenmişlik olduğunu düşünmekteyim ve bence felsefenin ana mantığına ihanettir.

  3. Benim bahsettiğim şey senin veya benim düşüncem değil sen yazida Berkeley’i anlatmışsın ve eğer onun sözüyle onun ne demek istediğini anlatiyorsan doğru olan odur ve referans herzaman kendisidir. Ayrıca sen çok yanılıyorsun ve yanlış konuşuyorsun felsefe tarihi yıkıcı eleştrilerle doludur. Bence biraz Pooper oku…

    • Ama ben yazımda Berkeley’i anlatmadım. Sadece onun sözünden yola çıkarak kendi düşüncelerimi açıkladım. Denemelerin amacı da budur: Kendi düşüncelerini kanıtlama amacı gütmeden söylemek. İnsanların fikrine saygı duymak erdem belirtisidir ve Sokrates’e göre de felsefenin amacı erdemli bir birey olmaktır. Saygılarımla…

  4. Senin söylediklerine bakarsak Berkeley’den sözde alıntılar var ve onlar Berkeley’in söylediği ya da söylemek istediği şeyler değil en çok buna karşı çıktım ama kendi düşüncelerini yazıp çizmekte tabiki de serbestsin. Saygılar…