Zemini tozlu rafların birinden bir kadın düştü. Dudakları, masumiyeti simgelerken gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Kırmızı renkli yaşlar… Bu kadar kötü bir Cumartesi sabahı olabilir miydi? Ellerinin nasırını okşadı. Kulakları bayat bir tınıyla doluşurken bu kadar kötü bir Cumartesi sabahı olamazdı.

Kulakları bayat bir tınıyla doluşurken bu kadar kötü bir Cumartesi sabahı olamazdı.
Kulakları bayat bir tınıyla doluşurken bu kadar kötü bir Cumartesi sabahı olamazdı.

Yerde sürüklenen tüm kırgınlıklar bir günlüğüne ayaktaydı. Bir Cumartesi sabahı zemini tozlu rafların birinden bir hatıra düştü. Hatıralar, bayatlarken tazeleşen hatıralar… Fotoğraf albümünün aşağıya sarkan kapağı ağırlığını geri kalan gövdesine kabul ettirince zemini tozlu rafların birinden insanlar düştü. İnsanlar, kırıştıkça netleşen insanlar…

Uzun yıllar geçti üzerinden. Göz altlarında torbalar vardı, saçları rengini sadeliğe bırakmıştı. Alnına düşen perçemindeki her bir saç teli o gün yere düşmüştü. Yere düşen her saç teli rengini kırmızıya bırakmıştı. Bu ilkiydi. Bir serçenin gözyaşlarında boğmuştu ne idüğü belirsiz kadını. Soğuk bedeninden geriye kalanlar bulutlarcaydı, bulutlara yüklemişti pişmanlıklarını, yerde sürüklüyordu kırgınlıklarını. Çocukluğunu terkettiği kadına sövmüştü yıllar boyu. Bir serçenin gözyaşlarında kaybolmuştu çocukluğu. Uzun yıllar geçti üzerinden…

Bugün dudaklarımın kurumasının sebebi sen değilsin. Suyun kaynadığını farketti, çekmeceyi açtı. Kış çayını haketmeyecek kadar rezil bir sabah… Poşetin düğümünü gevşetti. Zemini tozlu çekmecenin dibine bir hayat düştü. Kollarındaki damarlardan ve saçlarının yaşına hürmeten gürlüğünden tanımıştı. Kollarındaki damarlar, saçlarının gürlüğü…

Soluk teninden nefret akardı. Elleri, karısına kalkmaktan pek bir yorgundu. Pişmanlık duyduğu her şey, bir ceylanın sohbeti kadardı. Lanet herif! İstemeyerek uzaklaştı dünyevi güzelliklerden. Günü geldiğinde yalvarıyordu sertliğine yakışmayacak derecede pervasız. Çok geçmeden yerini benimsedi. Bir yıldızın en yüksek tepesinden atmıştı aşağıya lanet adamı. Soğuk bedeninden geriye kalanlar asırlarcaydı, asırlarca yapılmayacak yanlışlar… Yerde sürüklüyordu kırgınlıklarını. Adamlığı öğrendiği adama sövmüştü yıllar boyu. Bir yıldızın en yüksek tepesinde öğrenmişti adamlığı. Uzun yıllar geçti üzerinden…

Dumanı tüten çayından bir yudum aldı. Boğazına düğümlenen halatlar gün geçtikçe daha da sertleşiyordu gevşemek yerine. Dudakları, acıyı biliyordu.

Dumanı tüten çayından bir yudum aldı. Boğazına düğümlenen halatlar gün geçtikçe daha da sertleşiyordu gevşemek yerine. Dudakları, acıyı biliyordu.
Dumanı tüten çayından bir yudum aldı. Boğazına düğümlenen halatlar gün geçtikçe daha da sertleşiyordu gevşemek yerine. Dudakları, acıyı biliyordu.

Zemini tozlu rafların birinden bir kadın düştü. Dudakları masumiyeti simgelerken gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Kırmızı renkli yaşlar… Bu kadar kötü bir Cumartesi sabahı olabilir miydi? Ellerinin nasırını okşadı. Kulakları bayat bir tınıyla doluşurken bu kadar kötü bir Cumartesi sabahı olamazdı.

Dumanı tüten çayını bir kenara bıraktı. Hafife alınmayacak çığlıklar kulaklarını dolduruyordu. İnsanların ne düşündüğü umurumda değil. Uzun zamandır bir caniye bakar gibi bakan acımasız gözler bir günlüğüne yanında değildi. İnsanların ne düşündüğü umurumda değil. Uzun zamandır bir deliye bakar gibi bakan acınası gözler bir günlüğüne yanında değildi. Bilmedikleri şey kimse, kimseyi bilemez.

Bir Cumartesi sabahı zemini tozlu rafların birinden bir kadın düştü. Kadınlar, uzaklaşırken güzelleşen kadınlar…

Bulanık görüntülerin arasından bir gülümseme ağlıyordu. Saçlarına hapsettiği benliğinden bir tutam yalnızca bir tutam verebilseydi eğer, onu bir vazoya koyardı. Odanın en güneş gören noktasında saatlerce, yıllarca, ömürlerce… Oysa tam sırasıydı her şeyin. Bir şairin çaresiz bedenine hapsolmuş Edbedbi Kadın… Temmuz aylarında daha bir üşüyen ellerin ısınmak için bahanesi olurdu bakışları. Rüzgar biriktiren bakışları… Savruk düşlerimin otlağı yeşerdiği bakışları… Son akşam Eylül’ü Ekim’e bağlayan gecede bir Açelya’nın kokusunda saklamıştı varlığını. Uçurtmasının püskülüne aşk kondurduğum kadını. Kadınımı… Yerde sürüklüyordu kırgınlıklarını. Düşlerini bıraktığı kadına ölmüştü yıllar boyu. Geleceğimi adadığım kadına ölmüştüm yıllar boyu. Bir Açelya’nın kokusunda fark etmişti yaşamı. Uzun yıllar geçecek üzerinden…

”Her sabah uyandığımda,

ilk önce seni seviyorum.”

Düşlerini bıraktığı kadına ölmüştü yıllar boyu. Geleceğimi adadığım kadına ölmüştüm yıllar boyu.
Düşlerini bıraktığı kadına ölmüştü yıllar boyu. Geleceğimi adadığım kadına ölmüştüm yıllar boyu.

Dumanı tüten çayından bir yudum aldı. Dudakları, acıyı biliyordu.

Usulca mırıldandı.

Kalbindeki topraklar daha nice mezar görecekti ?

Usulca mırıldandı.

 

”Adını hatırlamak istemiyorum bazı zaman

Geceler sızlatıyor düşlerimi

Unutmak istercesine yaşıyorum hayatı

Kuruçeşme parkına salıncak kuran ellerim

Salıncaklar sallıyor düşlerimi

 

Sıcaklığını biliyorum

Üzerimi örtmediğim ayazlarda hoyratça

Vapurların uğultuları peşine sarıyor beni

Peşine sarıyor suskunlukların

Izgaraya atılmış balıklardan daha kızarmış yüzüm

 

Ama

Gözlerin

Gözlerin ve dudakların

Dudakların fısıltılarca

Dudakların fısıldıyor düşlerime

Zemini pürüzlü keşkelerin dünyasına

Hoşgeldin paspası döküyor ayaklarım

Üsküdar’a merhaba

 

Ellerinden bahsetmek gülünç

Kavgaya düşmüş düşlerim kadar

Kahkahalar geçiyor sokaklarımdan

Kulaklarıma dokunuyor büyüsü Morikten

Uzlaşıyor benliğimin sayfaları

 

Yürüdüğün kaldırımları öpüyorum

Öperek yürüyorum fiyakalı caddelerde

Islaklığa hasret kalmışlıkla

Şüphesiz yağmur başlayacak inceden

İlmek ilmek dokuyorum dünyayı bulutlarla

Mahcup mahcup koyuyorum masaya

mahsustan

 

Güle güle yazgısını çekiyorum vazgeçmezce

Kendiliğinden oluyor tümü

Zaten bağıra çağıra oluyor tümü

Gürültülerce susuyoruz bu gece

Nefeslerce sevişiyoruz karanlığa

merhemlik

 

Bir yorgun kadın bir mutlu kadın

Sızlatıyor düşlerimi

 

Kayıp gidiyorsun ellerimden

Ellerim tutamıyor

Kollarını

Kollarını ve bacaklarını

Bacakların cennetlerce

Bacakların cennetin sütunu düşlerime

 

Geriye gidiyor ayaklarım

Dönmek istercesine riyakar

Yine bekleriz zemini pürüzlü keşkelerin dünyasına velhasıl ”

Bir Cumartesi sabahı zemini tozlu rafların birinden bir adam düştü. Adam, düşlerinde ölen bir adam…

PAYLAŞ
Önceki İçerikUmuda Veda
Sonraki İçerikCanlı Müzik Eşliğinde Çocuklar İçin Kukla Tiyatrosu
Ömer Okatali
1997 İstanbul - Kadıköy'de doğdu. Sakarya Üniversitesi - Siyasal Bilgiler Fakültesi - İktisat Bölümü ikinci sınıf öğrencisidir. Üsküdar'da ikamet ediyor. Okumayı yazmayı öğrendiğinden beri eline kalem alır kendi kendine yazar. Yaşadığı bazı duygusal ve özel durumlar kalemi eline aldığı zaman değer bulurlar. Bu yüzden yazıyor.