Sinema: Zamanımızın Kurtarıcısı

0
86
Sinema: Zamanımızın Kurtarıcısı
Sinema: Zamanımızın Kurtarıcısı

Sinema ile ilgili pek çok tanım yapılabilir. 7. sanat diyen de vardır, insanlık kadar eski olan hikayecilik geleneğinin son temsilcisi diyen de. Ben ise yeni bir tanım daha atıyorum ortaya; Tüketime Hazır Deneyim.

İnsanoğlu diğer pek çok canlıya kıyasla büyük bir meziyete sahiptir ve bir bakıma bu meziyeti sayesinde var olabilmiş, tüm canlılar üzerine egemenliğini ilan edebilmiştir. Simule edebilme… Bir durum içerisine girildiğinde tek bir ihtimali yaşarız. Bunun sebebi zamanın acımasız lineerliğidir. Attığınız her adım sizi ileri götürür, geri atılan adım bile zamanda ileriye atılmıştır. Bu sebeple içerisine girilecek her durum üzerine önceden düşünebilmek ve ihtimalleri değerlendirebilmek muazzam bir güç bahşetti insana. Bir savaşa girerken de, genç ve güzel bir kadınla sohbete niyetlenirken de zihnimizde tüm ihtimalleri düşünüp buna hazır olmak büyük bir avantajdır. Başarı çoğu zaman bu noktada gizlidir. Kafamızda olayları defalarca ve defalarca simule eder, bazen kendi kendimize konuşma derecesinde yoğunlaşarak, hazır olmak istediğimiz o durum üzerine tüm ihtimalleri canlandırırız zihnimizde. Elbette tüm bu simülasyon sadece kendimizde olan araçları kullanarak kurabileceğimiz bir dünyadan ibarettir. Ne kadar biliyorsak o kadar hayal edebiliriz özetle. İçerisine hiç girmediğimiz ve hakkında hiçbir fikrimiz olmayan konu üzerine düşünmek fevkalade zor bir eylem olacaktır ve çoğu zaman da beyhude. Peki bu durumun sinema ile alakası nedir ?
Bilmiyoruz dolayısıyla düşünemiyoruz, hayal edemiyoruz zira elimizde bir deneyim yok, bilgiyi elde edebileceğimiz zamanı henüz yaşamamışız. Deneyimi ise zaman ile edinmekten başka geçerli bir yol da bilmiyoruz. Zamanımızı verdiğimiz ve her fırsatta bir tecrübe yaşadığımızı varsaysak bile, yine de tüm konuların ve durumların çoğunu asla deneyimlemeden göçüp gideceğiz bu dünyadan. İşte sinema bu noktada ortaya çıkıyor ve imdadımıza yetişiyor. Onlarca insanın tecrübe ve bilgisi ile süzülerek hazırlanan “canlandırma” ürünleri, sinemayı meydana getiriyor. Sinema ise seç-beğen-al standardında kategorilere bölünmüş bu deneyimleri zihinlerimize taşıyor.

Yönetmenler ve senaristler, yıllarını vererek bizlere birkaç saatlik filmler sunuyorlar. O kadar zaman alan bir eylemin sonucu sadece birkaç saat… Yığınla bilgiyi, tecrübeyi ve bunları edinmek için gereken zamanı, yoğun uğraşlar ile damıtarak tabiri caizse “hap” gibi filmleri üretiyorlar. Bir filmin başına oturulup birkaç saat verildiğinde, insanlara, kendi zihinlerinde simule edemedikleri dünyaları, durumları, hayatları hissedip, sindirebilmesini sağlayan çılgınca bir güç sunuyor bu filmler. Birkaç saat içerisinde savaşta tüm arkadaşlarını kaybeden, yaralı bir askerin yıkılmış psikolojisini, korkuyu ve dehşeti yaşayabilir ya da sevdiği insandan ayrılan bir kişinin kederini ve pişmanlıklarını kısa sürede kavrayarak empati kurabilirsiniz. Bunların hepsi sinemanın bizlere sunduğu tüketime hazır deneyimlerdir. Benim de dikkati çekmek istediğim nokta, tam olarak sinemanın bu fonksiyonudur.

Bu çok yüzeysel ve sadece benim sinemaya karşı olan bakış açımı sunmaya çalıştığım bir giriş aslına bakarsanız. Sadece bir zincirin başlangıç halkası, kendinden sonra gelecek olan yazılar için temel bakış açısını sunan bir açıklama… Farklı deneyimleri sunan filmlere ve bu filmlerin, deneyimleri sunuşlarındaki başarıları üzerine gelecek olan yazılarımın ilkidir bu metin. Zamanımı ve zamanınızı azami derecede değerli gördüğüm için, bu dizide vaktinizi almaya layık filmler üzerine, amiyane tabirle ve haddim olmayarak “iyi” diyebileceğimiz filmler üzerine bir irdeleme uğraşına girişeceğim.

Niyetim bu ve şartlarım da bu metinden ibaret. O halde başlamamak için bir sebep yok.

İlk filmimiz; “Nasıl bir ebeveyn olmalıyım ? Çocuğumu nasıl yetiştirmeliyim ?” gibi sorumluluk hissi sebebiyle doğan sorulara, çılgınca ama aynı zamanda makul, mütevazı fakat bir o kadar da görkemli bir cevap sunan… Captain Fantastic! olacak…

 

PAYLAŞ
Önceki İçerikGünlerden Bir Gün / Öykü
Sonraki İçerikÇınaraltı Öyküleri – 13 / Ömrüm Seni Sevmekle Nihayet Bulacaktır
Avatar
Üsküdar'da 1992 senesinde dünyaya geldi ve eğitim hayatını burada sürdürdü. Üniversite eğitimini tamamlayarak Fizik Mühendisliği diplomasını aldı. Tüm eğitiminin aksine, yazmaya ve kelimelere her şeyden daha düşkün bir insan olageldi. Söyleyecek bir sözü olduğuna ve yazmazsa yavaş yavaş yok olacağına inanıyor.