“Makyajla kapatmaya çalıştım, artık dışarı çıkmam lazımdı. Boğuluyorum, bunalıyorum. Güneş gözlüğü idare etmez mi sence?”

“Kötü durmuyor merak etme. Hayvan herif. Bunun cezasını ödemeli. Yaptıkları yanına mı kalacak?”

İşte bu soru, hayatımın kilit noktası diyebilirim. Düşünsenize, bir insanı çok seviyorsunuz. Her şeyden çok kıymet veriyorsunuz, mükemmel bir ilişkinin içindesiniz. Daha doğrusu öyle olduğunu sanıyorsunuz. Romantik sürprizler, spontane hediyeler, akşam yemekleri, şefkatli, evde sana yardım eden, anlayışlı bir sevgili. Sonra o insanı tanıyamıyorsunuz. Çok değil yedi ay sonra, o beyaz atlı prensin yerini kaba, şiddet yanlısı biri -adam diyemeyeceğim- alıyor. Kurduğun hayaller, tüm bu yaşanmışlıklar çöpe gidiyor.

“Yaptıkları yanına mı kalacak?” Neydi sahi son dayağın sebebi? Gözlerimi açtığımda yerdeydim. Uyuşuk bir kol, dudaklarımın kenarında kurumuş kan lekeleri, yerlerde kırık cam parçaları. Başımı kaldırmaya çalıştım ama nafile. Her yanım öylesine sızlıyordu ki… Telefon erişemeyeceğim kadar uzakta. Yine de çabalıyorum kalkayım diye, yok. Öylece ağlaya ağlaya tekrar bayılmışım.

“Kızım, Gökçe, konuşsana ya! Ne yani polise şikâyet etmeyecek misin? Yok abi, ben bunu onun yanına bırakmam. Olmaz. Birini, sevgilini dövmek ne demek ya? Sen benim kardeşim sayılırsın. Yıllarca birlikte aynı sofraya oturduk, birlikte gülüp, birlikte ağladık. Şimdi seni bu durumda asla yalnız bırakmam, anlıyor musun? Hiçbir şeyden korkma. İstiyorsan beraber gideriz karakola, her şeyi teker teker anlatırız. O meymenetsiz de alır cezasını. Dağ başında yaşıyor değiliz, memlekette hak hukuk var.”

Hak, hukuk gerçekten var mıydı? Her gün televizyondan izleyip, gazetelerden okuduğum birbirinin aynı olayların içine bende sürüklenmiştim. Sevgilisinden ruju kırmızı diye(tahrik ediyormuş), bu akşam dışarıdan yemek sipariş edelim dedi diye, iş yerinde mesai yaptı diye, kız erkek karışık bir grupla yemek yemeye gitti diye, elbisesi diz üstüymüş diye önce psikolojik baskı sonra şiddet gören bir kadın, ben. Benim gibi niceleri daha. Eğitimli ya da eğitimsiz olmak fark etmiyor onlar için de bizim için de. Biz diyorum çünkü yalnız olmadığımı biliyorum. Önceden uzaktan baktığım, izleyip sinirlendiğim, bazen sinirden ağladığım şiddet mağdurlarının içindeyim artık! İnanıyorum ki biz el ele verdikçe  daha güçlü duracağız.

Gülümsemeye çalıştım, çünkü ne olursa olsun dimdik ayakta durmam gerekiyor. Hiç kimse, hiçbir olay benim kendime olan güvenimi, öz saygımı sarsmamalı. Bunları kaybedersem, geriye bir ben kalır mı? Şimdi; bunca zaman sürdürdüğüm yanlışı telafi etme vakti.

“Ondan ayrılmayı düşünüyorum. Hayatımda gölgesinin dahi yer almasını istemiyorum. Evet, şikâyet edeceğim polise. Umarım birkaç gün gözaltında kalıp çıkmaz. Bir de mahkemeden karar mı çıkartsak ne dersin? Tekrar rahatsız etmesin diye…”

Melek memnun oldu duyduklarından, o ifadeyi gözlerinden okuyabiliyorum. Tıpkı ismi gibi bir melekti. Çok mutlu bir yuvası, iki yaşında kızı, ona değer veren bir kocası vardı. Sanırım, içimizdeki şanslı oydu. Onun adına mutluyum, kendi adıma ise üzgün.

“Hadi kalk, hala oturuyorsun. Gel gidelim eşyalarını toplayalım. Birkaç gün bende kalırsın hem değişiklik olur. Belki tatil falan ayarlarız, ne dersin? Dönünce de yeni bir ev bakarız. Aa benim karşı apartmanda boş bir daire vardı sanırım, gidince bir araştırırız. Hem bana da yakın olursun. Amma ballısın var ya.”

Böyle bir dosta sahip olduğum için, onun deyimiyle gerçekten ballıyım. Şu an utandığım için yapamasam da kapısını çalabileceğim bir ailem, gerçek dostum, iyi bir işim var. Onlar, iyi ki varlar.

Peki, sığınabileceği ailesi, arkadaşları, kimsesi olmayanlar? Dünya kötü, insanlar acımasız, yaşamak zor. Yine de tüm kötü niyetlilere iyiliğimiz karşı dursun, şu gökyüzünün güzelliği hatırına bu kavga son bulsun…