Nihayet bir çorbacı bulmuştu koca bulvarda. Artık yeni hikâyesini yazabilecekti. En uygun yer olarak seçmişti çorbacıyı. Cazibeli bir yer değildi elbette ama tuhaf bir hikâye çıkabilirdi burada. Uzun zamandır merak ediyordu çorbacılarda olup biten her şeyi.  Önce biraz uzaktan izledi mekânı. Sallanarak içeriye girmeye çalışan insanları gördü. Anlamaya çalışıyordu sallantının sebebini.  Biraz sonra yürümeye başladı yavaş adımlarla. Elindeki çantasını arkasında tutarak girdi içeri. Köşedeki masaya doğru ilerledi etrafı izleyerek. Garip bir dil ile konuşanlar, çorbasını yudumlayanlar, masaya yumruk vurduktan sonra acıyan elini ısıranlar, limonun dibini yemeye çalışanlar… Masasından izliyordu her birini. Çıkardığı defterine de başlamıştı bir şeyler yazmaya. Sandalyesinin kırılmasıyla yere kapaklanan adama bakarak gülmeye başladı çorbacının misafirleri. Herkes neşelenmişti bir an için. Tuhaf atışmalarda yaşandı. Doğrulan adam ise bu durumdan memnun değildi sanki. Belinden çıkardığı çakısını ilk gördüğü kişiye soktu. Bir an sessizlik yaşandı taş duvarlı çorbacıda. Herkes birbirine bakıyordu. Çakısını çıkardığı gibi koşmaya başladı. O sırada bir silah patladı arkadan. Adamı topuğundan vurdu biri. Çorbacının kendisi ise bağırarak pimini çektiği el bombasını fırlattı. Çorbacının kapısından çıkan bomba patladı yolun orta yerinde. Bir hikâye için gelmişti buraya sadece. Savaşın ortasında kalmıştı anlaşılan. Gördüklerini ne defterine yazabildi ne de kafasına. Bombanın patlamasıyla masaların altına giren insanları izliyordu sadece. Olayın nasıl buralara geldiğini sorgulama işine ise hiç girmedi. Polislerinde bu kadar hızlı gelmesi şaşırtmıştı yine. Oysaki hep geç kalırdı ya bunlar. Şimdi ne olmuştu da yetişmişlerdi? Herkesin uysal bir şekilde bindiği minibüs tarzı araç ile gittiler karakola. Çantasını da unutmuştu çorbacıda üstelik. O kadar mülayim bakıyordu ki polislere. “Silahı çeken kişiyi tanıyor musun” sorusuyla başladı sorgu. “Hayır” dedi kısık sesiyle. “El bombasını hangi manyak attı?” “Çorbacı sanırım.” “Şehrin en belalı çorbacısında ne işin vardı.” “Ben yazarım. Hikâye yazmak için gitmiştim.” Gülmeye başladı polisler. Saygısızca gülüyordu yazarın yüzüne doğru. Giderek kahkaha atmaya bile başladılar. “Çorbacıya hikâye yazmak için gideni de ilk defa duyuyorum. Bu ifade ile 30 yıl çıkamazsın.” Polisin son sözleri böyleydi. Haklıda çıktı aslında. Tutukladılar bizim yazarı. Koğuşuna bile alıştı. Şimdi koğuş hikâyesini yazmanın derdinde. Neye niye, neye kısmet. “Rüzgârlı gecede yağan yağmurlar, çatlak camdan damlıyordu yatağıma. Ne uyutuyordu sesleri ne de rahatlatıyordu sessizliği bu yerin” diye başladı hikâyesine.