Son dönemlerde hem dünyada hem de Türkiye’de roman türü bitiyor mu tartışması gündeme gelmeye başladı. Nedir bu tartışma, gerçekten bir anlatı türü olarak roman insanı anlatamaz mı oldu?

“… Romanın da temel bir sanat dalı olarak zamanı dolmuş olabilir. Belli başlı romancıları hariç tutarak konuşacak olursam, ortada hemen endişe edilecek bir durum olmadığını söyleyebilirim; hatta bununla başa çıkmanın yollarından biri de konuya dair bir roman yazmak olabilir.” diyor John Barth.[1]

İnsanlık, tarih boyunca çeşitli türlerle — mitler, efsaneler, masallar, şiirler, romalar — yaşadığı çevreyi, doğayı, toplumu ve kendini anlatmış. Roman ise insanın kendisini, bireyi işleyen bir kurgu olarak diğer anlatılardan sıyrılarak özgünlüğe kavuşmuştur. Özgünlüğünün en temel faktörü de  ‘bireyi ‘ merkezine alan bir anlatı türü olmasından kaynaklanmıştır. Peki, kimdir bu birey? İnsan nasıl kendisini anlamaya, algılamaya başlamıştır. Aydınlanma Çağı, Sanayi Devrimi gibi dönemlerde ortaya çıkan bilimsel, aydınlık, ilerici fikirler insanı yeryüzünde anlamlandıran dönemler olmuştur. Artık insan toplumun herhangi bir kişisi değil birey olmuş varlıktır. Bu varlık  hem edebiyatın biçim değiştirmesine sebep olmuş hem de edebiyatı değiştirirken aslında toplumu değiştirecek insan tipolojisini de yaratmıştır. Yani roman, insanı merkezine alan bir tür olarak gelişmiştir. Karakter, zaman kronolojisi, konu, üslup bakımından kendini kurgulayan roman anlatısı, yüz yıllarca değişime uğrayarak varlığını sürdürmüştür. Merkezine insanı, bireyi alan bu anlatının öldüğünü veya son demlerini yaşadığını söyleyenler bugün ‘insanın öldüğünü’, birey diye nitelenebilecek varlığın olmadığını söylemektedir. Örneğin Yalçın Küçük katıldığı bir panelde ,”Bugün Türkiye’de de roman yok, dünyada da roman yazılmaz. İnsan kalmamıştır. Tekelli düzenlerde insan kalmadığı için roman yazılmaz. Roman diye bütün dünyada yazılanlar savaşlardır.”[2] diyor.

İnsan gerçekten de ölmüş müdür? Keşfedilecek bir yanı kalmamış mıdır? Herkes, herkes gibi mi olmaya başlamıştır? Yoksa hâlâ tüm bu dayatmalara karşı bireyleşen, dünyanın nerden nereye döndüğünün farkında olan ve bu bilinçle kendileşen insanlar var mıdır? Esasında tüm bu sorular edebiyatın, romanın konusu dışında gibi görünse de edebiyatın hayattan, insandan beslendiği düşünüldüğünde iç içe geçmiş sorunlardır.

Hermann Broch, ’’İnsanın o güne dek keşfedilmemiş yanını keşfetmeyen roman ahlâka aykırıdır.’’ diyor. İnsan var olduğu müddetçe keşfedilecek, üretecek yanının her daim olacağını düşünmekteyim. Bu sebeple roman anlatı türü olarak şekil değişikliğine de uğrasa yazılmaya devam edilecektir.

[1] John Barth,Tükenmişlik Edebiyatı, NOTOS 55., sf. 113.

[2] Odatv, “Bu Düzende İnsan Kalmadığı İçin Roman Yazılmaz”

PAYLAŞ
Önceki İçerikÇocukluğumun Komşulukları
Sonraki İçerikPetrarca ve Hümanizm Üzerine
Avatar
Mersin’de 1989 yılında doğdu. Balıkesir Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü okudu. On iki yıldır yayımlanmakta olan ARATOS dergisinin Yayın Kurulu üyesidir. Bu dergide ‘Edepsiz Edebiyat Olur Mu?’ başlığıyla makalesi yayımlandı. Ayrıca ‘Boyun Eğmeyen İnsan’ adlı kitabın editörlüğünü gerçekleştirdi. Edebiyat ve editörlüğü hayatının merkezine koyarak yaşamakta…

1 YORUM

  1. Farkındalık yaratan bir yazı olmuş diyebilirim belki de en çok ihtiyaç duyduğumuz şu ‘farkındalık’. Bir birey olarak benim de anlatacaklarım varsa ve bunu benden başka kimse anlatamayacaksa evet romanın sonu geldi cümlesine katılamıyorum. Yazı için teşekkürler…