30 yaşıma basmışım bugün. 18 yıl boyunca gölgesine sığındım ağacın altında oturuyorum. Ilık bir rüzgar esiyor. Saçlarımın dalgalanışını hissediyorum. Sol tarafımda portakalların güneşi kestiği bir ışık var. Bir yanım ışık bir yanım gölge. Burnuma gelen portakal kokusu çocukluğumun izlerini getirmiş sanki. Gözlerimi kapatıyorum yavaş yavaş. Hissetmeye çabalıyorum. Yine o ılık rüzgar yine o ağaç… Ellerimi toprağa uzatıyorum. Gömüyorum oraya. Parmaklarımın arasından kayıp gidiyor toprak taneleri. Gülümsüyorum. Kaç kez dokunduk bu toprağa ellerimizle? Kaç kez aynı yerde selamladık güneşi?

Her yaz giderdim dedemin yanına. Kocaman bahçesini ekerdik birlikte. Binlerce ağacı vardı bu yaşlı adamın. Ağaçları, kitapları, çayı ve sazı. Çayına plaktan gelen ‘Yine mi Çiçek’ ezgisi eşlik ederdi. Asla unutmam o ezgiyi…

Dedemin komşusu Müzeyyen Teyzeler her akşam gelirdi bize. Yanlarında yeğenleri Albina’yı da getirirlerdi. Albina görmüyordu. Ama görmemek hissetmeye engel miydi? 15 yaşımdaydım onu tanıdığımda. Bir depremle yıkılmıştı hayatı. Bir tek o sağ çıkmıştı enkazdan. Görmeyen siyahi gözleri toprağa emanet etmişti ailesini. Yazları onun yanında alırdım soluğu. Dedemin bahçesine giderdik. Güneş bizi kavurana kadar otururduk portakal ağacımızın dibinde. Çünkü o portakal kokusunu çok severdi. Onun tabiriyle güneşi selamlardık. Ellerini toprağa gömerdi. Gözlerini kapatırdı ve güneş sol yanımıza vururdu. Ağacın bir yanında o bir yanında ben. Toprağı eşelerdi elleriyle. Hissetmenin ne demek olduğunu o öğretmişti bana. Geç anladım. Her güneşi selamladığımızda şu dörtlüğü ezbere okurdu:

“Bıçağın ucundaydı insanların hafızası

‘İnsan unutandır

Ve insan unutulmaya mahkum olandır.’

Tanrı şöyle derdi o zaman:

Ah!”

Sonradan öğrendim ki ”Ah’lar Ağacı”nınmış. O okuduğunda anlamazdım, hissetmezdim. Sadece onu dinlerdim. Boş bir zihin boş bir kalple. Ama onunla bu anı paylaşmak beni huzura bulardı. Ve bunu her görüşte tekrarlamak… Yine çiçektik biz yine güzel…

15 yıl geç kalmıştım ona. 15 yaşında tanımış 18’inde kaybetmiştim Albina’yı. Bir yaz koca bir özlemle gittiğimde yıkılmıştım. 18 yaşımdaydım. Neden öldüğünü bilemedim, nereye götürüldüğünü de. Benim portakal ağacım şimdi nerdeydi?

Hissediyordum artık ama onsuz. 30 yaşıma bastığım gün. Güneş batmaya hazırlanırken ve ben o yerdeyken:

“Bazen ah diyorum durmadan,

Şimdi ben ahlatın başında,

Otuz iki yaşımda.

Ah’lar ağacı gibi.”yim. Ah benim çocukluğum, Ah benim portakal ağacım!

PAYLAŞ
Önceki İçerikHerkes İçin Uygun Buz Lazer Epilasyon
Sonraki İçerikHüviyetsiz Aşk Yansımaları
Bensu Buket Osmanoğlu
1995 yılında Kars'ta doğdu. Üniversiteyi İstanbul'da okuyor. Keman çalıyor, tiyatroyla ilgileniyor. fotoğraf çekiyor, bir de kitap yazıyor ama henüz kitabı yazım aşamasında :)