Mültecileri Konu Edinen Avrupa Oyununa Bakış….

0
58
Mültecileri Konu Edinen Avrupa Oyununa Bakış….

Devlet tiyatrolarında sahnelenen David Greig’in yazıp, Mehmet Birkiye’nin yönettiği Avrupa oyununu izleme şansına eriştim.. Toplumsal ve ekonomik anlamda çürümek üzere olan bir sınır kasabasına, tren seferlerinin iptal edildiği gün gelen iki kaçak mültecinin başından geçenler eserin genel konusunu oluşturuyor.

HERKES KENDİNDEN BİR ŞEYLER BULABİLİYOR..

Eser kendi içinde pek çok içeriği barındırıyor. İzleyicilerin kendinden ya da yaşadığı toplumdan bir şeyler bulması mümkün gözüküyor. Oyun; Irkçılık, tecavüz, şiddet, işsizlik, ekonomik sorunlar, mültecilik, farklılık ve daha pek çok gerçeği tüm hatlarıyla seyirciye yansıtıyor. Bu konular bizim ülkemize çok yabancı olmadığı için de, izlerken gönderilen mesajları hemen fark edebiliyorsunuz. O kadar akıcı bir şekilde işleniyor ve sahne geçişleriyle süsleniyor ki oyun bitene kadar zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz.

Avrupa

İŞSİZLİĞE GÖNDERMELER, İKİLİ İLİŞKİLERDEKİ FARKLI BEKLENTİLER…

Oyun, seferlerin durdurulduğu bir tren istasyonunda başlayıp bitiş durağı da yine o tren istasyonu oluyor. İki mültecinin istasyona gelip günlerce oturması, istasyon şefinin onları başta yolcu sanması, şef asistanı Adele’nin uzaktan geçen trenleri izlemesi, kocasıyla arasındaki sorunlar ve farklılıklar ile  oyun başlıyor. İlk sahnede göze en çok çarpan mültecilerden çok, istasyonun tepesinde uzak noktalardan geçen trenleri izlemek için oturan Adele ve işten çıkarılan kocası Berlin’in diyalogları oluyorGünümüzde ülkemizde de çok yaygın olan işsizlik durumu bu sahnede derinlemesine işleniyor. Berlin işten çıkarıldığı için isyan ediyor ve yönetim sistemine, diktatörlüğe göndermelerde bulunuluyor. Hem bu sahnede, hem de oyunun ilerleyen sahnelerinde, Adele ve Berlin’in karı koca olarak hayattaki beklentilerinin farklarına da değiniliyor. Aslında işlenen bir konununda, ikili ilişkilerde yaşanan sorunlar olduğunu görüyoruz. . Onlar kendi sorunlarını konuşup tartışırken, hemen alttaki bankta da iki mülteci bavullarıyla oturmuş bekliyor.  İstasyon şefi onları yolcu sanıyor, seferlerin durdurulduğunu anlatmaya çalışıyor ama bu boşa bir çaba olduğuyla kalıyor….

IRKÇILIKTAN MESAJLAR VERİLİYOR…

İkinci  sahneye geçildiğinde tren istasyonu yerini bara bırakıyor. Berlin ve arkadaşlarını kasabanın barında içki içerek geldikleri durumla alay ederken görüyorsunuz. Ülkelerinin yönetimiyle, diktatörlükle kendi çaplarında dalga geçiyorlar. Birbirlerine de, eğer ülkeyi sen yönetseydin ne yapardın gibi sorular soruyorlar. Konu yeniden Berlin’in işsizliğine geliyor. Ancak bu durumdan yönetimle beraber ülkelerine dışarıdan gelen göçmenler ve mültecileri de bir yerde sorumlu tutuyorlar. Toplumlarında dışarıdan gelenlere öncelik verildiğini ve kendilerinin ilk fırsatta kolayca harcandığını ifade ediyorlar. Özellikle ırkçılık ayrımına bu sahnede oldukça dikkat çekiliyor. Berlin’in bir repliği öne çıkıyor. “Her şey siyahlar yüzünden”. Aslında toplumlarında yaşanan bu sorun tam anlamıyla dalga geçtikleri diktatörlüğün ve yönetimin bir sonucu olmaktan başka bir şey değil.  Yönetim çok daha adil bir şekilde işlese, işsizlik ve benzeri sorunlar olmasa, bireyler insancıl bir şekilde yaşayabilse bu ırkçılık ayrımlarının olmayacağını görebiliyorsunuz. Fakat bu oyun, ülke şartlarının farklı toplumlardaki kişilerin birbirlerine düşman olmasını çok derin bir şekilde gözler önüne seriyor…

İSTASYONDA BEKLEYEN MÜLTECİLER…

Katia ve Sava ülkelerinden kaçıp, bu küçük kasabadaki tren istasyonunda kendilerini bulan baba kız mülteciyi canlandırıyor. İstasyona daha uzak yerlere gideceklerini düşünerek gelirler. Fakat tren seferlerinin süresiz olarak durdurulduğunu öğrendiklerinde de, kalkıp gitmek yerine beklemeye devam ederler. Katia maceraperest bir kişiliğe sahiptir. İstasyon şefinin asistanı Adele’de bundan etkilenip onunla yeni maceralara sürüklenmek istiyor. Çünkü yıllarca o küçük kasabada kendini sıkıştığını hissetmiş ve yeni ülkeler görmeyi arzu etmektedir.. Bu yüzden istasyonun tepesine çıkarak, uzaktan geçen trenleri izlemeyi neden sevdiğini ve kendini o trenlerin içinde dünyayı keşfederken hayal ettiğini anlıyorsunuz. Eğer bir tren geçecekse Adele’nin hemen haberi oluyor ve tepedeki izleme alanında yerini alıyor.. Katia, başta Adele’ye güvenmese de sonrasında iyi arkadaş oluyorlar ve aralarında güçlü bir bağ kuruluyor. Kocası Berlin’le aralarındaki uzaklık gittikçe artıyor ve ipler çok hassas bir yerden kopuyor…

Avrupa

PROTESTO EDİYORLAR…

İstasyon şefi Fret ve mültecilerden Sava bir süre sonra dost oluyorlar. Eskiden çok canlı olan bu istasyonda, tren seferlerinin durdurulmasından feryat eden Fret’e, Sava çok eskiden bir demiryolcu olduğunu anlatır. Her günleri sohbet ederek, birbirlerine yaşadıkları şeyleri anlatarak geçmeye başlar. İstasyonu kapatma kararı çıktığında da, pankartlarla protesto edip, istasyon için bir çeşit direnişe geçiyorlar. Bu protestodan sonra da hiçbir şey eskisi gibi olmuyor…..

SONUÇ OLARAK…

Genel olarak oldukça başarılı bir iş olduğunu söyleyebilirim. Mültecilerden sonra kasaba bir değişim geçiriyor ve bu konu çok sürükleyici bir şekilde işleniyor. Yazının başında da belittiğim gibi ırkçılık, mülteciler, tecavüz, şiddet, işsizlik gibi pek çok gündem konusunu içinde besliyor. Sahne dekorları ve tren istasyonuna formatina uygun bir şekilde planlanan sahne geçişleri de konuyla çok güzel bütünleşiyor. Hemen hemen her geçişte arka fonda tren sesi duyuyorsunuz. Bu biraz da istasyonda durdurulan seferlere gönderme gibi algılanabiliyor….

Avrupa oyununu şubat boyunca Devlet Tiyatroları Cevahir Sahnesi salon 2’de izleyebilirsiniz….

 

 

PAYLAŞ
Önceki İçerikMimar Kerem Türker Vakfı Tanıtımı
Sonraki İçerikHüzün- Özlem- Ayrılık (ÜÇLEME) / HÜZÜN…
Ayşe Aycan Arıcan
2 Mart 1990 tarihinde İstanbul Üsküdar'da dünyaya gözlerini açtım. 2014 Haziran döneminde İstanbul Bilgi Üniversitesi'nin İletişim Fakültesi Sanat Yönetimi bölümünden burslu olarak mezun oldu. Okulu bitirme tezi için müzecilik ve koleksiyonculuk üzerine bir çalışma hazırladı. Bir devlet ve bir özel müzeyi koleksiyon oluşturma ve müze yönetimleri açısından karşılaştırmalarını yaptı. Seçtiği müzeler, devlet müzelerinden Topkapı Sarayı Müzesi, özel müzelerden de Sakıp Sabancı Müzesi'ydi. Tezinden A alarak mezun oldu. Müzecilik, koleksiyonculuk, Türk resim sanatı, empresyonist ve rönesans dönemi ressamları ilgi alanlarını oluşturmaktadır. Ayrıca medya iletişim ve sanat ilişkisiyle de ilgilenmektedir.