Yunan Mitolojisinde Orpheus

Orpheus’un Musa Kalliope’yle Kral Oiagros veya tanrı Apollon’un oğlu olduğu söylenir. Yunanlıların ilk ozanıdır. Lyrasını öyle ustalık ve duyarlılıkla çalarmış ki; en vahşi hayvanlar sakinleşir, ağaçlar ve taşlar büyülenirmiş.[1]

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü’nde Orpheus’u şöyle anlatır: “Orpheus dillere destan olmuş bir ozandır. İlkçağda ünü ‘orfizm’ denilen mistik bir akım yaratacak kadar çok yayılmış, kişiliği üzerine anlatılan masallar her türlü sanatçıyı etkilemişti.”  Efsaneye göre Orpheus Trakya doğumludur. Doğduğu söylenilen yer bugün Yunanistan, Bulgaristan ve Türkiye sınırlarının kesişimine yakın bir yerdedir. Böylece Orpheus, önemli bir geleneği olan, Anadolu’nun eski halklarının geçiş noktası olan bir yerde doğmuş kabul edilir. Bazı araştırmacılar, doğum yerinden ötürü, Orpheus’un bir şaman olduğunu söylemişlerse de büyük bir kesim tarafından bu bilgi doğru kabul edilmez.

Orpheus, ağaç perisi Eurydice’yi sever ve onunla evlenir. Ne var ki, karısının peşini bir türlü bırakmayan Aristais’tan kaçarken zehirli bir yılan tarafından sokulur ve ölür. Orpheus karısını Ölüler Ülkesi’nden geri getirmek için Hades’in yanına iner. Büyüleyici müziğiyle Hades ve Persephone’yi o kadar etkiler ki, Tanrılar Orpheus’un karısını alıp yeryüzüne götürmesine izin verirler. Ancak bir şartla; Orpheus, yeryüzüne dönünceye kadar arkasına dönüp Eurydice’e bakmayacaktır. Ancak Orpheus sevgilisini bir an önce görme tutkusuyla bu şartı yerine getiremez ve arkasına döner, Eurydice’ye bakar ve bunun sonucu onu temelli kaybeder. Tek başına Trakya’ya dönen Orpheus’un Mainaslar tarafından parça parça edildiği söylenir. Musalar ise Orpheus’un parçalarını toplayıp Pieria’ya gömerler. Ozan Orpheus’un nehre atılan başı ve lyrası denizi geçip Lesbos (Midilli) Adası’na çıkar. Bu nedenle Lesbos Adası’ndan pek çok ozanın yetiştiği söylenir.

Vergilius “Georgica” adlı eserinde Orpheus ve karısı Eurydice’nin öyküsünü anlatır.[2] Vergilius’un aktardığı ve bir takım sembolik motifleri ustaca işlediği bu efsanede Orpheus mitinin ezoterik karakteri ile ilgili bazı ipuçları bulunabilmektedir. Öncelikle Eurydice üzerinde durmak gerekmektedir. Eurydice bir Dryad’dır. ‘Dryad’ adı Yunanca meşe anlamına gelen “Drys” sözcüğünden türemiştir ve ‘Ağaç Perisi’ anlamında kullanılmaktadır.

Bunlardan bazıları ait olduğu ağaçla birlikte doğar ve onunla birlikte ölürler, diğerleri ise ölümsüzdür. Eurydice de burada toprağa, ağaca ait bir sembolizmi temsil etmektedir. Yunan mitolojisinde kahramanların ölüler ülkesine gidişi sık rastlanılan bir motiftir. Ancak bazı araştırmacılar bu motifin ezoterik erginleşmedeki ölüm deneyimi ile ilgili olduğunu düşünmektedir. Nitekim Orpheus da erginleşmiş bir kahraman olabilmek için ölüm deneyimini yaşamıştır ve sanatı sayesinde buradan kurtulmayı başarmıştır.

Orpheus’un buradaki hatası, bu aşamayı geçiren birisi olarak ardına bakmasıdır; çünkü bu deneyimi yaşayanların ardına bakmamaları, geçmişle bağlarını koparmaları gerekmektedir. Orpheus burada bu kuralı çiğneyerek kendini “ağaç gibi, ağacı kökleri” gibi bağlayan, tutkunu olduğu şeyi, eşini, kaybetmiştir. Orpheus’un karısını ikinci kez kaybettikten sonra yedi ay ağlaması da yedi sayısının sembolizminden ötürü sembolik bir anlatımdır.

Peter Paul Rubens, Orpheus and Eurydice
Peter Paul Rubens, Orpheus and Eurydice

Orpheusçuluk

Orpheusçuluk ruhun varlığını ve ölümsüzlüğünü kabul eden bir öğretidir. Orpheusçu ruh anlayışının, Dionysos efsaneleri ile yakın bir ilişkisi vardır.  Orpheusçu Dionysos efsanesine göre, Dionysos Titanlar tarafından parçalanmış ve vücudunun parçaları yere saçılmıştır. Buna göre Zeus’un bazı kaynaklarda Rhea, bazı kaynaklarda Demeter, bazı kaynaklarda da Persephone ile girdiği gayrı meşru ilişkiden olan Dionysos, Hera’nın kıskançlığının hedefi olmuş ve Hera tarafından Titanlara öldürtülmüştür. Dionysos’u parçalayan Titanlar sonradan bu parçaları pişirmişler, yalnızca tanrının kalbi kurtulabilmiştir. Zeus bunun öcünü alarak Titanları Tartaros’a yollamıştır. Bu efsanenin sonu hakkında daha değişik versiyonlar da vardır. Bunlardan birine göre Dionysos’un parçaları birleştirilmiş ve tanrı yeniden hayat bulmuştur. Bu efsanenin yorumu da oldukça ilginçtir aslında. Zeus ile Persephone’nin çocuğu olan Dionysos genç bir tanrı olmanın yanı sıra inisiye değildir henüz; yani daha erginlenmemiştir. Kendisi için tayin edilen “Tanrılar içinde son kral” olabilmesi için erginlenmesi gerekmektedir. İşte bedeninin Titanlar tarafından parçalanması, pişirilmesi ve yeniden dirilmesi bu erginlenmeyi temsil etmektedir. Bu mitin Orfeusçu açıklaması da bu şekildedir. Orpheusçular yeniden dirilme inançlarını da bu mit vasıtası ile açıklıyorlardı. Bu efsaneye göre Titanlar Zeus tarafından öldürülünce, Titanların küllerinden insanlar doğar. Burada düalist bir düşünce de işin içine girer. İnsanda Dionysos’dan gelen tanrısal öz olduğu gibi Titanlardan gelen maddesel ve günahkar bir yapı da vardır. Ancak unutulmaması gereken Titanların bir önceki nesil olduğudur. Ancak Orpheusçular belki de bu şekilde Titanları doğuran Gaia ve Uranos’a kendilerini bağlıyorlardı. Zaten Orpheusçu mürit erginlenmede “Ben Yeryüzü’nün ve Yıldızlı Gök’ün çocuğuyum fakat soyum gökten gelmedir” derdi. Bu aslında çok anlamlıdır.

Orpheusçu öğretide ruhun ölümsüzlüğü düşüncesi, ruhun zaman içinde farklı bedenlerde de varolabilmesi fikrini getirmiştir. Ruh, temizlenebilmesi için defalarca farklı bedenlerde varolmalıdır (Metansomatoz). Bu aslında Orpheusçuluğa mahsus bir karamsarlıktır, çünkü ruhun temizlenmesi uzun bir süreci almaktadır.İnsan tanrısal atalarından gelen günahlarının bedelini ağır ödemektedir. Ruh bedende bir mezarda gibidir. Orpheusçular bunu bir sözcük oyunu ile de ifade ederler: Yunanca beden anlamına gelen ‘sîma’ (soma) sözcüğü ile mezar anlamına gelen ‘sâma’ (sêma) ses olarak birbirlerine benzemektedirler. Belki de ruhun mezarda olması ile Titanların Tartaros’da olmaları arasında bir benzerlik de olabilir.

Orpheusçuluğa göre insan tanrılar tarafından yaratılmamıştır, fakat ölümsüzlükten varolmuştur. Titan ırkından önce de Altın ve Gümüş soylar yaşanmıştır. Ancak bu altın ve gümüş soylar Hesiodos’un anlattığı gibi zaman içinde kaybolmuş değildirler. Eğer mürit kendini arındırmayı başarırsa Altın soylu olabilir. Eğer şiddete yenilirse Gümüş soylu olur. Orpheusçuluk bu haliyle çağının klasik düşüncesinden farklı olup ezoterik karakterini belli etmektedir.Mürit ruhunu arındırmak için belli yaşam tarzını uygulamak zorundadır. Bu “Orfik” yaşam hiç de kolay değildir. Mürit önce katı sayılabilecek kuralları uygulamalı ve gizem törenlerine katılmalıdır. Bu kuralların en önemlilerini kısaca saymak gerekirse:

  • Bu yolu seçenler hiçbir canlının hayatına kıymamalıdır. Bu yüzden müritler et yemezler ve günümüz tabiriyle vejetaryen bir rejim uygularlar. Bunun bir başka sonucu da Yunan toplumunda o zamanlar sık uygulanan kanlı kurban ayinlerinin de reddidir. Bu haliyle Orpheusçuluk içinde varolduğu toplumun dinsel adetlerinden kesin çizgilerle ayrılır.
  • Orpheusçu yolu seçen kesinlikle intihar edemez. Orpheusçuluk her ne kadar ruhun ölmezliğine ve bu bedendeki yaşamın asıl yaşam olmadığına inansa da intihar, taşınılan tanrısal öz yüzünden, kesinlikle yasaktır.
  • Bazı bakliyat türlerinin yasaklanması da Orpheusçu yaşam tarzının ilginç bir kuralıdır. Bu aynı zamanda Pitagorcular arasında da yaygındır. İlk yetişen baklalarla hayatın kökeni hakkında sembolik bir benzerlik kuran Orpheusçular bakla tanelerini de testiküllere benzettikleri için soyun sürmesi ile ilgili bağlar da kurmuşlardır.

Ruhun ölmezliğine inanan Orpheusçu düşünce ölüm sonrası ile de ilgilenmiştir. Orpheusçu düşünceye göre asıl olan ruhtur ve bu dünya geçicidir. Ancak burada erginlenmeyen kişi Hades’e gittiğinde sıkıntılar çeker ve yeniden bu süreci yaşamak zorunda kalır. Oysa bu dünyada erginlenme tanrısal kimliği bulmaktır. Bu bağlamda ölüm bir başlangıç sayılabilir.

Orpheusçuluk görüldüğü gibi ruhun ölmezliğine ve erginlenmeye dayalı bir öğreti olarak ilk çağ ezoterizminde önemli bir yer tutmaktadır ve birçok düşünceyi, Hıristiyanlığı dahil, etkilemiştir.

[1] Cömert, Bedrettin (2010) Mitoloji ve İkonografi, De ki: Ankara, s:122.

[2] Bknz; Vergilius, “Georgica” Çiftçilik Sanatı, (çev. Çiğdem Dürüşken), Alfa Yayıcılık, 2015.