Denizi üç kalbimle seviyorum. Karayı da üç kalbimle merak ediyorum. Sekiz kolum ise beni metrelerce yukarı sürüklemeye yetmiyor. Çok denedim. Ama her defasında, vantuzlarım beni bu kayalıklara hapsediyor. Belki de, iki kolumu bacak olarak kullanmaktan vazgeçmeliyim. Evet, iki bacaklı dostlarım, bu on beş santimlik bir ahtapotun büyük hikâyesidir.

Dost dedim de, sahi dostlar birbirini avlar mı oralarda? Tamam, ben de masum sayılmam. İki saat önce üç güzel istiridyeyi afiyetle yedim. Ama komşu yarıkta yaşayan Adolf’un kızlarını değil. Avlarımı hiç tanımadıklarım arasından seçerim. Görüyorsunuz ya, bu derin mavilikte fazla seçeneğim bile yok. Yengeç de bana dokunuyor üstelik.  Siz sever misiniz? Balıkçılar sık sık yakalamaya çalışırlar beni. Ben çok küçükken babamı yakalamışlar. Bu yüzden diğer ahtapotların aksine pek nadir yalnız kalırım. Annem hep yanımda ve tetiktedir. Annemin dolaşmaya çıktığı bir gün oltaya gelmiştim. O gün dalgındım biraz. Wendy’i düşünüyordum yine. Hislerim mürekkebimden büyük kayalıklara taşıyordu. Yanlış anlamayın, büyük bir şair falan değilim. Annem de çok öfkelenmişti yazdıklarımı görünce. Beğenmediğini düşünmüştüm. Ama neymiş, kendime bir ahtapot bulmalıymışım. O sadece bir midyeymiş. Oysa o, kocaman bir dünya.  Hem anlattım anneme. O’nu tüm kalplerimle seviyorum evet ama tüm kollarımla kucaklamıyorum, incinmesin diye. Ya o güzel kabuğu kırılırsa? Hayır, dayanamam buna. Ah Wendy, tatlı Wendy!  Neyse, ilk defa suyun üstüne çıkmıştım o gün. Ürkmüştüm. Bilmediğim bir yerdeydim. Heyecandan ve panikten balıkçının elini ısırmışım. O da beni var gücüyle geri fırlatmıştı. Umarım canı acımamıştır. Böyle olmasını hiç istemezdim. Babamı öldürdüğünüz için size kızgın mı olmalıydım, insan dostlarım. Değilim. O’nu tanımıyordunuz öyle ya?

Merak ediyorum. Siz ne renksiniz? Gördüğüm balıkçı dostlarım kahverengiydi. Ben pek tercih etmem. Hem Wendy de en çok mavi halimi sever. İstediğim renge bürünebiliyorum. Çoğu zaman saklanmak için yapıyorum bunu. Ama değişmek de çok güzel insan dostlarım. Bazen gün içinde öyle çok renk değiştiririm ki, annem bile tanıyamaz. Beni göremeyince de telaşa kapılır. Böyle durumlarda gider, tüm kollarımla sarılırım ona. Ama sıkı sıkı değil. Çünkü vantuzlarım o yumuşak tenini acıtır. Huysuz ve tatlı ihtiyar. Oracıkta affediverir beni.  Nerede acaba? Doğru ya, avlanmaya gitmişti. Daha çok balık yemeliyim.

Ah! Susuzluğu bilsem, mavisizliği tatsam. İnsan dostlarımı tanısam, başkaları var mı, görsem. Söyleşsek, saklansak. Renk değiştirsek. Belki bir gün gelirim oralara, siz beni yakalamadan. Unutmadan, düşünce balonlarımı da patlatayım hemen. İzimi belli etmeden hayal kurabilir miyim? Anneme sorayım gelince.

PAYLAŞ
Önceki İçerikVe O
Sonraki İçerikDÖNEMEÇ – 1
Selcan Kırnal
1988 yılında Çorlu’da doğdu. Ege Üniversitesi Klasik Arkeoloji mezunu. Okur, yazar, çizemez.

5 YORUMLAR