Hayat ilk adımı attırdı bizlere. Seneler öncesiydi. Sonra koştuk. Hızlı, daha hızlı. Öyle bir heyecanla koştuk ki, gözlerimizdeki ışık aydınlatırdı sokakları, evleri. Öyle sağlam basardık ki toprağa her adımda adımız kazınır gibi.

Gece çöktü aniden. Ay la göz göze geldik. Çıplak ayaklarımız kaldırımlara değer oldu birden. Evler yükselirken önümüzde biz koştuk. Ay ,binaların arasında kaybolmasın diye gözlerimizi ayırmadık. Artık sokaklarda avareydik hiçbir iz yoktu benliğimizden. Bu gecede kaybolmuş bir çocuktuk. Evlerin pencerelerinde gördüğümüz yüzler bir yerden tanıdıktı. Gözümüzün görmek istedikleri yoktu sadece vardı.

Ahh bu geceden nasıl kurtulurduk!…

Herkesten ayrıldım ve duraksadım. Paltomun ceplerine attım ellerimi. Koşamıyordum artık. Ceplerimde bir ağırlık. Öyle bir ağırlık ki ! Omuzlarım ayrılıyordu sanki boynumdan. Yırtılıyordu sanki gövdemden parça parça. İyice yokladım ceplerimi. Derin bir çukur gibi  boşlukta geziniyordu ellerim. Tutunacak bir yer bulamadan. Ama nasıl olurdu? Ceplerim dolu çıkmıştım yola. Ay ışığının çizdiği bir sokağa yöneldim tüm ağırlıklarımla. Hepimiz telaş içindeydik artık. Arıyorduk . Konuşmuyorduk. Birbirimizin yüzüne bakmıyorduk. Bu sokakta her eve giriyorduk. Kırıp döküyorduk her şeyi. Bulamadıkça daha çok kırıp döktük. Bu sokakta değiştik biz. Artık koşmuyorduk. Bu sokakta insanlar pencerelerden atıyorlardı kendilerini, benliklerini. Giderek ağırlaşıyordu ceplerim her adımda.

Aahh nasıl bulurduk kaybolanları?….

Nasıl kutarırdık kendimizi ?

Baktığım her boşluk bir sokağa dönüşüyordu sanki. Burada her sokak birbirinden farklı. Bir kız gördüm gözümün alabildiğine uzak ama bir o kadar da yakın. Islak çamurlu taşlara değiyordu beyaz elbisesi. Koşuyordu. Omuzlarımı hissetmezken gidiyordum peşinden. Nasıl oluyordu da yetişebiliyordum. Eteklerine baktım önce hiç kirlenmemişti. Biz ise çamur içinde. Saçları omuzlarındaydı tel tel. koştukça özgürleşiyordu sanki… Gri bir binanın eşiğinden attı adımını, merdivenlerden çıktı soluksuz. Oysa benim soluğum kesilmişti artık. Bir odaya girdik. Sessizliğin bile sesi yoktu bu odada. Sadece bir pencere ve bir ayna. Ben ağırlıklarımla izledim onu. Önce aynaya baktı. Vücudunu ilk kez görürcesine. Birden doğdu güneş odada. Pencereden gelen ışıklar kör edecekti gözlerimizi. Masmavi oldu oda ,beyaz bulutlarla kaplandı. Her yer masal diyarı gibiydi. Gökyüzü yeryüzüde bu odaya inmişti sanki. Tüm ağırlıklarıma rağmen sonsuza kadar burada yaşayabilirdim. Aynanın yerinde gözümü kamaştıran beyaz bir kuş gördüm . Derken sisler çökmeye başlarken odaya paltoma gizledim kuşu. . Sokak yine ıslaktı. Yine çamur. Sokağın başında bir ses. Sanki bir ağaç devriliyordu da kopuyordu köklerinden. Ama yok bu gördüğüm bir kum fırtınası. Kaçmaya başladım. Kalbim kulaklarımda kaçtım. Ceplerim ağırken kaçtım. Fırtına bizi içine aldı, sardı dört yanımızı. Gözlerimi kapattım iki büklüm oldum artık. Düşüyorduk sanki sonsuz biz boşlukta. Üşüyorduk .

Gözlerimi derin bir uykudan uyanırcasına. Gökyüzünü gördüm önce. Ayağa kaltım. Her basışımda çıplak ayaklarımın kaybolduğu bu yer; kızıl bir gün batımındaki çöl. Her bir kum tanesi; kaybettiğim inancım, umudum, aşkım, vicdanım, vefam… vuslat bu olsa gerek. Bu sahra benim vuslatım, hepimizin vuslatı.