Seni ne zaman yollara düşüreceği belli olmuyor bu meretin. Gece yatmadan farkındaydım sigaramın bittiğinin ancak üşenmiştim gidip almaya. Şimdi ise sabahın beşinde yollardayım. Açık bir dükkanda yok ki. Ara ki bulasın. Hiçbir yer açık olmayınca sahile gideyim dedim. Belki sabah abilerden otlanabilirim diye düşündüm. Sahil de bomboş şimdi. Boş boş dolanırken bir bankta oturan genç bir kız çarptı gözüme. Bu saatte burada ne işi olabilir ki insanın? Sevgilisinden mi ayrılmış dedim kendi kendime. Belki de evliydi , kocası öldü. Belki de kalacak bir yeri yoktu bu koca şehirde. Yok yok , düşünerek bulunacak bir şey değil bu. Yanına oturmadan anlayamayacağım.

Usulca oturdum yanına. ‘Günaydın’ dedim. Sığınacak bir liman arayan kaptan gibi baktı gözlerime. Sanki puslu bir havada gideceği limanı görmüş gibi. Gözlerinin önündeki pusu sildi elleriyle ve ‘ben hiç uyumadım ki’ dedi. ‘Hem gün de aydınlanmadı daha.’ Doğru söylüyordu güneşin doğmasına baya vardı daha. Konuşturmak için nereli olduğunu sordum. ‘Buralardan değilim’ dedi. Açık denizlerde pusulasız kalmış o kaptanı düşündüm. Acaba bulacak mıydı sığınacak bir liman. Belki tanıdık bir şehir, belki tanımadık…

“Sen” dedi bana, “Şen uyudun mu?”Uzaklardaki sevgilimde böyle sorardı sorunlu günlerimizde. Kendisi sabaha kadar uyuyamazdı , bense uyumamak için çabalasam bile uyurdum. İnsanlık hali derdim de anlamazdı beni hiç. “İnsanlık hali” dedim. ‘Uyudum.’ Beni bu saatte neyin yollara attığını sordu. Sigara dedim, ‘sigaram bitmiş.’ Aynı soruyu kendisine yönelttiğimde başka bir şehirden geldiğini söyledi. Bugün yapması gereken bir işi varmış buralarda. Akşama geri dönecekmiş.

O sırada kaptan geldi aklıma. Puslu havada varacağı limanı bulmuş yavaş yavaş yanaştırıyordu gemisini. Yolculardan biri ‘neden geldik buraya’ diye sordu. ‘Daha dün mola verdik ve burası varacağımız rotada değil.’ Bir süre cevap vermedi kaptan. Sevgilisinden ayrılmış yirmilik bir genç kız gibi baktı yolcunun gözlerine. O kadar acınacak bir halde baktı ki, yolcu da konuşmadı bir daha. Arkasını dönüp usulca çıktı kaptanın kamarasından. Yolcu, kendi kamarasına döndüğünde karısı sordu ona neden bu limana geldiklerini. Yolcu cevap vermedi. Karısının gözlerine boşanmışlar gibi baktı bir süre. Kadın , tüm kadınlığıyla anladı her şeyi. ‘Pekii’ dedi. ‘Akşama döneriz.’

Hala anlayamamıştım kızın sabah sabah neden yollarda olduğunu. İçim içimi kemiriyordu öğrenmek için ama ser verip sır vermiyordu. Zaten öyle fazla konuşkan biride değildi. Gözleri dertli dertli bakıyordu denize. Bir ara dalıyor , sanki Kıbrıs’ta sevdiği birini görmüş gibi gülümsüyordu. Bazen de yönünü Toroslara çeviriyor koyun otlatıyordu Yörükler gibi. Cevapsız kalan sorularımdan sonra bana döndü. ‘Dün gece neler yaptın anlatsana’ dedi. Ben ise hatırlamıyordum dün geceyi. Sigaram bitmişti , bende almaya üşenmiştim. Bu kadar aklımda kalanlar. Bir de içmiştim. Çok içmiştim. Sabah evden çıkarken iki büyük görmüştüm tezgahın üzerinde. Galiba ikisini de dün gece içmiştim.

Kaptan şehre indiğinde gün doğmamıştı daha. ‘Güneş doğmadan böyleyse bugün yanar bu şehir’ dedi kendi kendine. Bir temmuz güneşini beklemeden düştü yollara. Tanımadığı bir şehirde tanıdık izler aramaya başladı. Her sokakta insanların yürüyüşleri kalmıştı. Kiminin inceden bir gülüşü ona dönüyordu kâh, kâh bir ağlayış usulca çarpıyordu kulaklarına. O ise hiçbirine aldırış etmedi. Bugün yapacak önemli bir işi vardı bu şehirde. Ve akşam olmadan ayrılması gerekti limandan.

Dün gece neler yaptığımı hatırlayamayınca cevap vermedim bende. Zaten o bütün sorularımı cevapsız bırakıp gülmüştü sadece, Kıbrıs’taki arkadaşına. ‘Hatırlamıyorum’ bile demedim. Çantasından iki tane sigara çıkardı. Birini bana uzattı birini kendisini aldı. İçimden kızdım o an. Bunca zaman beklemişti sigara vermek için. Oysa biliyordu yana yana sigara aradığımı. Kendi sigarasını yakıp çakmağı bana uzattı. Bende yaktım sigaramı. Yüzümde güller açıyordu.

Hızlı hızlı yürüyordu yollarda kaptan. Sanki biliyordu varacağı yeri. Sanki o, kendisini tam orada bekliyordu yıllardır. Güneşle yarışırcasına attı adımlarını. Güneş doğmadan ulaşmalıydı oraya. Güneş doğmadan ulaşsın ki bir günü geçirebilsin onunla. Ara sıra gözlerinin pusunu siliyordu yanımdaki kızın yaptığı gibi. Ama onun hareketlerinde kadınsı izler yoktu. Oysa bilmiyor muydu yanımdaki kızların gözlerinde olduğunu?

‘Sigaranı da içtiğine göre gidebilirsin artık’ dedi. ‘Hem yavaş yavaş açılıyordur dükkanlar.’ Benimse hiç gitmeye niyetim yoktu oysa. Bir görev bilmiştim kendime yenemediğim merakımı. ‘Senin ne işin vardı’ dedim. ‘Belki aynı tarafa gidiyoruzdur.’ Gözleri doldu o anda. ‘Benim işim bitti’ dedi sanki uzaklardan haber almışçasına. Ben tam kalkıp gidecekken ‘Pekii’ dedi , ‘ismini hatırlıyor musun bari?’. ‘Kerem’ dedim. Merak etmememe rağmen onun ismini sordum. Meltemmiş. Yine usulsüzce sevgilimin adını sordu. O an aklıma gelmedi sevgilim olduğunu nereden bildiği ama ‘sevgilimin adı da Meltem’ dedim. Yönünü çevirip yine Kıbrıs’taki arkadaşına baktı. Bu sefer gülmüyordu yüzü. Terk edilmiş bir kız edasıyla bana dönüp , ‘Dün gece ayrıldınız siz’ dedi. O sırada bir yandan güneş doğuyordu, bir yandan da kaptan arkamızda karısıyla sarılıyordu.

PAYLAŞ
Önceki İçerikKırk Yıllık Tanık: Zengin Mutfağı
Sonraki İçerikÇağdaş Sanatlar Merkezindeki Cenaze: Duayenin Ölümü
Eren Kocakaplan
Memleketin verimli topraklarında, Adana’da yetişti. Doktorluk yolundaki yolunu 2016’da yarılamayı başardı. Hayatta algının gerçek olduğuna inanır. “Gerçek, her zaman gerçek değildir. Gerçek bazen gerçek olmayandır. Gerçek olmayanın gerçeğin ta kendisi olduğunu anladığımız zaman hayat daha keyifli bir hale bürünür. Gerçek olmayanın peşinden koşmanız dileğiyle...” artık Sanat Duvarı’nda.

1 YORUM