Aslında “ilk insan”  olmanın sefasını birçok insan sürmüştür. Bunlardan bazıları; belki Adem, belki Kabala, Pangu, Pandora, Ask ve Embla, belki de Izanagi’ydi. Fakat yıllar sürmeyen araştırmalarımın sonucu olarak, ilk insan olma ihtimalini üzerinde taşıyan kişi, sevgilimin erkek arkadaşıydı. Çünkü, sürekli bana sen ilksin deyip duruyordu. Ben de, hayır, bu imkansız diye çıkışıyordum. Bu konuda bir türlü anlaşamamış, her defasında kavga edeceğimizi düşündüğümüz için böyle bir diyaloga girmemeye çalışmıştık. Hemi de askeri ücretle. Ama emin ol okur, ya da sevgili okur, hayır, zaten bir sevgilim vardı, en iyisi okur, ilk insan ben değildim. Çünkü ben hiçbir ağacı küstürmemiş, hiçbir kediyi korkutup, kızdırmamıştım. Bir ağacın benim yüzümden çiçek açmayışı, sevgilimle sinemaya gidemeyişimden daha üzücü olurdu. İlk insan ben olamazdım. Ya olsaydım…

İşte o zaman tüm canlılarla konuşabilirdim. Onları küstürmeden… Bir balığa, omega 3 vitaminine ihtiyacım olduğunu söyler, rızasını aldıktan sonra onu mideye indirebilirdim. Böylece bana küsmemiş olurdu. Bir kaplumbağaya pizza karşılığında onun üstünde beş dakika oturmayı teklif ederdim. Onlar pizzaya bayıldığı için ayılmasını bekledikten sonra üstüne 5 dakika otururdum. Böylece bana küsmemiş olurdu. Hatta bir seferinde diye başlayabileceğim şöyle bir hikayem olurdu: Hatta bir seferinde, bir ağaçtan en kalın dalına bir salıncak kurmayı rica etmiştim. O da kabul etmemiş, ben ileri geri salladıkça ipin canını acıtabileceğini söylemişti. Hemen koştum ve annemin gömleğinde dikili olan iki vatkayı da söküp aldım. Bana sonradan çok kızmıştı annem ama olsundu. Evet sevgili okur, hayır, sadece okur, beni enseledin. Sen şu an ( Sen diye hitap ediyorum çünkü, bu metnin başında kaç kişi olduğunuzu bilemiyorum. O yüzden siz demeyeceğim.) benim bir annem olduğunu ve doğal olarak da ilk insanın benim değil annem olduğunu düşünüyorsun. Ama sizi şaşırtacağım ve ilk insanın annem değil pizzayı yapan kişi olduğunu yazacağım. Yazdım. Çünkü o annemden 3 ay daha büyükmüş. Babası öyle söylemiş. Nerede kalmıştık? Ha, evet, vatka yüzünden annemden yediğimi dayakta… Az önce sadece kızdığını söylemiştim. Çünkü erkekler yediği dayakları anlatmazlar. Vatkayı alıp ağacın yanına koştum. Vatkaları ipin altına, dalın üstüne koyarsam canının acımayacağını söyledim. O da kabul etti. Salıncağı kurdum ve sallanmadan oradan uzaklaştım. Bana küsmemişti, sallansaydım yine küsmeyecekti. İlk insanlığın rehavetine kapılmış olmalıydım ki zaman sonra çıplak olduğumun farkına vardım. Belki de bu yüzden balık, kaplumbağa ve ağaç bana bıyık altından gülmüşlerdi. Örtünme gereği hissettim. Koşarak az önceki dostum ağacın yanına gittim ve ondan yaprak istedim. Yapraklarının iğneli olduğunu ve bunun benim canımı acıtabileceğini söyleyerek isteğimi geri çevirmek zorunda kaldı. Ne kadar da düşünceliydi. Teşekkür edip başka bir ağacın yanına doğru yöneldim. Kiminin yaprağı küçüktü kiminin ki aralıklı. Kiminin yaprağı narin dokuluydu kiminin ki kaba. Derken kalın ve geniş yapraklı bir ağaca rastladım. Evet, bu ağacın yaprağıyla örtünebilirdim. Utana sıkıla, ellerimle mahrem yerlerimi kapatarak, biraz da ezile büzüle yanına geldim ağacın. Selamünaleyküm dedim ya da Hı da olabilir. Bilmiyorum o zaman hangi dili konuşuyor olurdum. Nezaket gereği ilk önce ismini sordum. İncir ağacı olduğunu söyledi. İlk defa duymuştum. Çünkü ilk insandım. Memnun oldum dedim, ben de ilk insan. Yaprağından birkaç tane kullanabilir miyim diye sorunca, kıvranışıma acımış ya da kıvranışımı komik bulmuş olmalı ki, gülümseyerek memnuniyetle diye cevap verdi. Yanına ağır hareketlerle sokularak yapraklarını koparmaya başladım. Kucağım yaprak dolmuştu artık. Onları yere bıraktım ve koşup annemin dikiş makinesinin çekmecesinde duran iğne ve yeşil ipliği aldım. Uyumlu olmalıydı dimi renkler. Bu sefer annemden dayak yememiştim! Yaprakları uyumlu bir şekilde birbirine dikerek kendime ilk önce bir baksır yaptım. Sonra bir jiin, bir gömlek ve gömleğin üstüne bir bileyzır ceketi de ihmal etmedim. Ama ayağımda kundura olmadığı için biraz komik duruyordum. İncir ağacının yaprakları bedenime tam oturmuştu. Pantolonu da bir beden büyük dikmiştim. Seneye de giyerimdi. Fakat baksır biraz dar olmalıydı ki apış aramın kaşınmaya başladığını hissettim. Elimi malum bölgeye götürüp kaşıyacaktım ki incir ağacının ağlamaya başladığını duydum. Üstelik aç gözlülüğümün sonucu olacak ki, üzerinde hiç yaprak kalmamış, çırılçıplak vaziyetteydi. O da mı utanıyordu yoksa diyerek aklımdan geçirdiğim anda “Hayır!” dedi. Yapraklarının hepsini kopardığım için bir daha çiçek açamayacağını söyledi. O anda sığ bir sığır çöreklendi içime. Dizlerimin üzerine çöküp, haaaayııııır diye haykırarak yeryüzünde gittikçe uzaklaşan ve görüş açısı tepeden olan küçük bir nokta haline gelmek istedim. Fakat bunun için filmlerde kullanılan dron kamerası gerekiyordu. Masraftan kaçmak için haykırmadım. İncir ağacı bana küsmüştü. O günden sonra hiç çiçek açmadı ve ilk insanla ya da ilk insanlarla konuşmadı. Bunu duyan diğer dostları da bir bir küstüler. Tüm evren küsmüştü artık ilk insana. Yine o günden sonra ağızlarını bıçak açmadı. Sadece incir ağacı meyvesinin ağzını açıyor ve konuşmuyordu. Bu, bir rivayetime göre, söylemek istediği çok şey var fakat söyleyemiyor anlamına geliyordu. Bir rivayetime göre de artık çiçek açmadığı için burnundan değil ağzından nefes alabiliyor anlamına geliyordu. Bu rivayetlerimi bana incir ağacı anlatmadı çünkü benimle konuşmuyordu. O yüzden ilk insan olarak ben uydurdum.

Velhasıl-ı kelam sevgilim, (bu ifadeyi kullandığıma göre ilk insan Mezopotamya’dan neden olmasındı.) ilk insanlar kalp kırdıkları için doğa artık onlarla konuşmuyordu. Çünkü doğa, doğası gereği doğal davranıyordu. Doğal olarak da doğası gereği davranmayan tek varlık “İnsanlar” olarak kaldı. O yüzden sevgilim, ben ilk insan olma vebalini boynumda taşıyamam. Ama görüyorum ki, sen beni dinlememiş, uykuya dalmışsın ilk kanepede. Olsundu.

PAYLAŞ
Önceki İçerik“X-Men: Apocalypse” Değerlendirmesi; Sınırsız Aksiyon!
Sonraki İçerikSEN
Şaban Taş
1991 SAMSUN doğumluyum. Ali Fuat Başgil Anadolu Lisesi ve Karadeniz Teknik Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü mezunuyum. Askerliğimi 2015-2016'da MARDİN/Nusaybin'de yedek subay (Karakol komutanı yardımcısı) olarak yaptım. Yaklaşık 10 yıldan beri, özellikle şiir olmak üzere, edebiyat ve sanatla ilgileniyorum. Üniversite hayatımda tiyatro ekibine dahil olarak birçok turneye katıldım. Turgut UYAR'ın; "Şiir, hevesle başlanan fakat daha sonra ciddiye alınan bir iştir." ifadesi benim şiire karşı bakış açımı etkileyen en önemli cümledir. Memleketimde özel bir okulda Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği yapmaktayım. Yakın zamanda "SAFRAN" adlı kitabımın çıkmasını sabırsızlıkla bekliyorum.

4 YORUMLAR