Genişçe meydandan her kanatlanan kuşun, evvel zamanda kurduğu düşlere yol aldığını hayal eder, zamanın içinde yok olurdu kadın. Küçük adımlarla yürüyüp, ani bir hareketle kanatlanıveren güvercinlerle bir olur, tüm komşu kasabaları topyekûn gezerdi. Kimi vakitler, dudağının sağ ucunda aheste aheste tellendirdiği sigarasını bulutlara üfler, gidemediği uzaklara yakınlaşırdı. Tanıdık yüzlerle selamlaşır, tanımadık evlere konuk olurdu. Kısa mesafelerde yüzlerce hayat yaşardı. Kimi zaman bir üniversite öğrencisi, kimi zaman bir pamuk işçisi, kimi zaman da sahneye çıkmaya hazırlanan bir oyuncu olurdu söz gelimi. Bazen bir kız çocuğunun bağırışlarında çiçeği burnunda bir anneye dönüşür, bazen de haylaz bir oğlan çocuğu olurdu. Olası hayatları arasında türlü duygulara bulanırken bazen kederlenir, kırmızı bez sandalyesine geri çekilirdi. Tanıdık cümlelerle irkilir, şimdiki zamanda –kendi- olurdu.

Kendi olduğu zamanlarda karton masasını düzenler,  renkli hasır çantasından plastik bardaklara kuşyemi doldururdu. Demir parası bittiyse piyangocu kekeme Salih’in yanına uğrar, o itiraz edemeden elinde bozuk paralarla yerine dönerdi.  Salih sinirlenir, para kutusunu fırlatır, kadın onun bu halleriyle eğlenirdi. Yem almak için yanına gelen çocuklara yardım eder, kuşlarla ahbap olmanın sırlarını öğretirdi. ‘Hayat kısa’ diyen şaire inat uzun yaşardı.

Çalışmadığı zamanlarda evinden pek çıkmaz, konu komşuyla camdan cama hasbıhal ederdi. Ya kuşyemi almak için toptancı Fikret’e uğrar, ya da evdeki saatlerden birinin pili biterse çarşıya yollanırdı. Evinin her odasında duvar saati bulunurdu. Saatlerden biri bozulduğu zaman huzursuz olurdu. Akrep ve yelkovan pes etmemeliydi. Akşamları da radyo programlarını dinler, yemek yaparken şarkılar mırıldanırdı. Çoğunlukla da, hiç görmediği babasından kalan romanları okurken uyuyakalırdı. Çocukken de okumaya dalıp ev işlerini aksattığı için annesinin çöpe yolladıkları arasından kurtarmıştı bu kitapları. Annesi Topuksuz Meryem; yarı-deli, mütemadiyen özgür bir kadındı. Neredeyse hiç eve girmez, tüm kasabayı sokak sokak dolanırdı. Dar alnını çevreleyen siyah kâkülleri, uzunca boyu ve ince ayak bilekleriyle ziyadesiyle güzel olan Topuksuz Meryem yazın yalın ayak, kışın paltosuz gezer, kızına tek yadigârı yeşilli kırmızılı renkli hasır çantasını yanından eksik etmezdi. Çanta biteviye boştu, dolu gören olmamıştı. Kasabalılar onun bu hallerini benimsemiş, sessiz bir anlaşmayla onu kasabanın ulağı ilan etmişlerdi. Evlere, kahvelere haber taşır, mahalleye yakası açılmadık dedikodular getirirdi. Kadın çocukken, evin önündeki taş merdivenin en üst basamağında oturur, annesinin eve dönmesini beklerdi.  Annesi eve döndüğünde orada olmazsa, onu bir daha göremeyeceğine inandırırdı kendini. Meryem de kızının bu sadakatini ödüllendirir, her defasında eve mavi bir balonla dönerdi. Kadın balonu kaptığı gibi fırlar, oyun oynayan çocukların arasından delice koşarak geçerdi. Günün sonunda balonla vedalaşır, kendisinden daha mavi olana hasretle salınışını izlerdi.

Şimdi ise kadının annesine dair en berrak hatırası, cesedi nehirden çıkarılırken, sol ayağındaki siyah rugan ayakkabının parmak uçlarında sallanışı ve beyaz yüzündeki gülümsemeydi. Ayakkabı giydiğine göre uzağa gitmiş olmalıydı. Görünüşe göre oldukça mutluydu da. Çocukken evin önünde onu beklediği günleri düşündü. Belki de gitmesine daha önce izin vermeliydi. Bilemezdi ki. Ama bildiği bir şey vardı. Hayatı boyunca evde kimseyi bekletmeyecekti…

 

1 YORUM