“Gözlerin…” dedi “Makyajım mı akmış? Hay Allah… Sileyim hemen, ıslak mendil neredey…”, sıcacık gülümsedi adam: “Yok yok, bir şey var gözlerinde kahverengi. Dikkatimi çekti”

Derin bir nefes aldı kadın, rahatlamıştı. Allahtan makyajı akmamıştı, aksaydı ne yapardı? Sanki çok süsleniyordu da! İşte bir rimel, bir göz kalemi bir de ruj. Olsundu, bu rutinde ancak buna vakit ayırabiliyordu. Uyku diye bir meret vardı, işte ondan hiç vazgeçemiyordu. Erken kalkacakmış da, saçlarına fön çekecekmiş de, boyaya batıp çıkıp işe gidecekmiş… Hiç ona göre değildi. Evet, canım her kadının süslü mü olması gerekiyordu? Oda sadeydi, kendini böyle seviyordu. Seviyor muydu? Yani böyle alışmıştı yıllarca. Durdu… Bu kadar düşünce, bir anda mı geçti aklından sahi? Verilmesi gereken bir cevap vardı ortada ve o hala susuyordu. Adam sabırla bekliyordu. “ Hıı, o mu?” Ne kadar da gereksiz bir soru! Evet, gözlerinde ki kahverengi lekeler, kaç kez tekrarlanması gerekiyordu? Fark etti saçmaladığını, “Şey, göz beni. Ben yani…” Şaşırdı adam. “İlk defa duydum, nasıl yani?” konuşmaya devam mı etmek istiyordu yoksa gerçekten merak ettiği için mi soruyordu kestiremedi kadın. Ancak ortada yine cevaplanması gereken bir soru olduğu su götürmez bir gerçekti ve o adamdan etkilendiği de… “Ben de kendimden başka kimsede hiç rastlamadım doğrusu… İyi ve kötü huylusu varmış, gözlerimde bir problem yok, seviyorum benlerimi.”

Bir ahmak olduğunu düşündü tamda o an. Yahu, etkilendiğin adam karşında duruyor, seninle ilgili bir şeyler soruyor, gözlerinde ki ufacık beni görüyor ve sen n’apıyorsun! Şu verdiğin cevaplara bak, heyecandan ne diyeceğini şaşırmışsın. Sahte bir gülücük yerleştirip dudaklarına düşünmeye devam etti. Bazen ne kadar saf olabiliyorsun, fırsat ayağına gelmiş. İşte hep bu çekingenliklerin yüzünden kaybediyorsun, konuşamamandan. Aman canım ne var o an konuşamıyorsam, ben ona bir şiir yazayım da görsün etkileniyor mu benden etkilenmiyor mu?! Ya okumayı sevmiyorsa? Ya sen yazana kadar o kayıp giderse ellerinden? Sanki elindeydi de kaçıp gidecekti… Hem ne şiiri, ne münasebet. Bir adamdan etkilendin diye ona methiyeler düzecek, şiir yazacak değilsin ya. Yazsan da kendine sakla, ne diye ifşa edecekmişsin kendini? “Değişik” dedi, “ Efendim?” anlamadı tabi kadın.

“Göz beni yani, bir araştırayım ilgimi çekti.” Yine yapmacık bir gülüş oturdu kadının biçimli dudaklarına “Aa tabi, araştırmak lazım.”…

“Evet, neyse ben işe döneyim…” dedi adam. Güle güle, kolay gelsin! Konuşamayan, karşında kekeleyen bir kadının yanında ne yapacaktın ki zaten. Hem seninle ilgilenip hem de umurunda değilmiş gibi davranan, kötü bir oyuncuyum ben. O yeşil gözler bana mı kaldı! Yine düşünmeye başlamıştı işte. Kendinde eksik gördüğü nokta düşündüğünü konuşmamasıydı. Ya da düşünmeden konuşması ya da önce konuşması üzerinden asır geçtikten sonra düşünmesi… İşte bunlardan biri onun sorunuydu, tam olarak hangisi olduğunu oda bilmiyordu.

Gitti işte, ilk karşılaştıkları anda gizli bir antlaşma imzalamışlardı sanki. Her şey apaçık ortadaydı da, ortada hiçbir şey yok gibiydi. Sadece ikisi biliyordu, evet bir akım vardı aralarında ancak birbirlerine ulaşmaları zordu. Köken farkı, fikir farkı, aile yapısı, aynı şirkette çalışıyor olmaları… Hepsinden önemlisi adamın sevgilisi, kadının da üç ay sonra nikâh masasına oturacak olması…

İhanet ikisine de yakışmazdı. Gizli antlaşma bir istifayla son bulabilirdi ne de olsa. Ya da bulamayabilirdi. Hayatın da kaç kez âşık olurdu insan? Bir defa mı, on defa mı, yüzlerce mi? Oysa hiç kimseyi aldatmayacak kadar, hepsini uzaktan sevse yeterliydi…