Yönetim

İslam alimlerimiz derki “Kendi nefsini yönetemeyen başkalarını yönetemez”. İşte bu ıslamın yoneticilere koydugu ilk desturdur.Yaptim oldu tarzındaki yönetim sekilleri hiçbir zaman devamlı olamamıştır ve kendisi de hayır ile yad olmamıştır. Yönetim şeklinin ismi her ne olursa olsun bu böyledir.

Yonetim halk icin vardır. Kibriyadan sıyrılmış bir benlikle bütün kurum ve kuruluşlarıyla halka hizmet eder. Bütün bu kurum ve kuruluslar da da kibriya ya da diger nefs hastalıklarının bulunmaması gerekir. Çünkü devlet insan, devlete bağlı olan diğer herşey ise organlardır ve bir organdaki hastalik diger organlarida etkiler.

Halkın emrine sunulan bir yapı halkın rızası olmadan yapilabilir mi? Burada mesele halkın pek tabiî olarak çoğunluğu dur. Bu çoğunluğa yapılan hizmet diğer kesimi rahatsız ediyorsa toplum olma bilincinde bir sıkıntı var demektir. Devlet yonetiminin kibirinden bahsederken fertler kendi kibriyalarinida yapıcı elestirmelidir. Yoksa toplum toplum olmaktan çıkar. Bakınız Ulu Cami ortasındaki havuzun yapım hikayelerinden biri kısaca şöyledir.

Cami arazisi alınır ancak bir vatandaş satmak istemez. Konu sultana kadar gider ve sonunda vatandaş orada namaz kilinmamasi şartıyla araziyi verebileceğini söyler. Tabi burada vatandastan orayı alabilmek icin devlet her yolu denemistir. Peki sonuç; hala mimarların yapımına kafa yorarak üzerinde tartıştığı muhtesem bir yapi. Ve yonetimsel olarak dahiyane bir fikirle topluma fert fert dokunma güruhu. Orada namaz kılınmaz ama abdest alınır.

Ayrıca birde su hikayeye bakiniz; Selimiye Cami’nin yapiminin bittigi sabah Mimar Sinan, butun ustalarini, iscilerini, irgatlarini avluda topladi. Hepsi de elbirligiyle gerçeklestirdikleri yapiyi ovuncle seyre koyuldular. O sirada, oradan, mahallenin cocuklarindan biri geciyordu. Bircok adamin merakli merakli

Camiye baktığını görünce, o da onlar gibi ellerini arkasina baglayip durdu. Ayni yerde bakmaya basladi. Cocugu goren Sinan, yanina yaklasti.

E, sen ne dersin bakalim kucuk, diye sordu.

Camimizi nasil buldun, guzel olmus mu?

Cocuk, gozlerini kisarak baktigi minareyi parmagi ile gosterdi

Bak, o minare egri olmus dede, dedi Sinan’a.

O ana kadar sesi cikmayan butun ustalarla isciler, Nasil olur, parmak kadar cocuk nereden bilirmis, diye homurdanmaya basladilar. Sinan, elini kaldirarak, konusanlari susturdu.

Ustalar, cocuk dogru soyledi, dedi.

Hepsi Sinan’in yuzune saskinlikla bakiyordu.

Sinan aldirmadi. Kalfalardan birini yanina cagirdi. Kalfaya, palanganin kalin ipi alip cocugun gosterdigi minareye cikmasini soyledi. İpi, ucuncu serefenin ustunden minareye sikica baglatti. Ucunun asagi sarkitmasini istedi. İpin ucu asagi ulasinca adamlarina tutturdu.

Simdi var gucunuzle ipe asilin, dedi.

Adamlar, bir anlam veremedikleri bu isi Sinan’in buyrugu ile yaptilar. Sinan, adamlari ipe asilirken kucuk cocugun saclarini oksayarak sordu:

Nasil kucuk minarenin egriligi duzeldi mi dersin?

Cocuk, dikkatle minareye bakiyordu. Adamlar, var gucleriyle ipe asiliyordu. Neden sonra cocuk,

Tamam, simdi duzeldi, dedi.

Sinan, adamlarina ipi birakmalarini soyledi. Cocuk minarenin duzeldiginden emin olarak yanlarindan

uzaklasti. Cocuk gider gitmez kalfalarla ustalar Sinan’in cevresini aldilar. Yasli mimara biraz da kizmislardi.

Bu nasil istir? diye sordular.

Minarenin dumduz oldugunu bizim kadar siz de biliyorsunuz. Kendi elinizle olcup bictiginiz minareyi ne diye iple cektirdiniz bize? Boyle gulunc bir sey gormedik simdiye dek. Ak sakalli koskoca bir mimar bir cocugun sozune uyar mi hic?

Sinan, gulumseyerek, bakti yuzlerine.

Minarenin dogru oldugundan ben de eminim. iple cekilerek duzeltilemeyecegini ben de biliyorum. Ama bir cocugun gozunde bile, Selimeye’nin ozurlu sanilmasini istemem. Onun icin yaptim bunu. Bundan boyle hic kimse Selimiye’nin herhangi bir ozru oldugunu soyleyemeyecektir. Yuzyillar boyunca eksiksiz bir yapi olarak anilacaktir.

Ustalar o zaman, Sinan’a hak verdiler. Bu bilgece davranisini yasadiklari surece, unutmayacaklarini soyleyerek saygiyla elini opup kucaklastilar. Ve hep birlikte oradan uzaklastilar.

O nasıl bir sabir ve guven duygusudur. Gelin bir düşünün.Ve bunun sonunda Hangi devirde olursa olsun Bu denli ferde dokunabilme kaygisi olan bir yönetimin ıçerde ya da disarda olan vatandaşlarının haklari icin ne denli çalıştığını düşünün.

İşte hangi adı bilmem ne olan demokrasilere bile söz soyletemeyecek, en çocukça ve en cahilce muhalefetlere bile dokunup zekice yonetebilecek bir yonetim anlayışı imkansız değildir. Daha önce yaptık, yine yapabiliriz.

Muhalefet

Bir yazar diyor ki “Bu ülkenin muhalefeti hükümeti düşürmek uğruna ülkeyi bölmeyi göze alır.” Aslında bunu iki açıdan değerlendirmek gerekir. Evet bugüne kadar gelen muhalefetler bazen eleştiride ve hak istemede dozu aşmış ve yıkıcı çalışmıştır . Ancak ne olursa olsun bir ülkenin kurulması da yıkılması da kolay değildir. Ağır bedeller gerektirir. Mesela bizim  de çok ağır bedeller ödediğimiz kurtuluş savaşı tecrübemiz vardır. Bundan dolayıda bizim ülkemiz de de bu denli çalışan muhalefet öyle yıkmanın kolay olmadığını iyi bilir. Tecrübelidir… Mesela ittihat ve terakki zihniyeti padişahın odasına tekmeler atarak girerken yanında İngilizler yok muydu. Söylemlerinin başında da padişahın vatanı ingilizlere satmasının olması ne kadar trajı komik değimli. Bakınız dönemin muhalefeti bir ülkeyi böyle yıkıma hazırladı ve sonra “Baş edemedik lütfen geri dön” nidalariyla sürgündeki padişahı geri çağırdı. Allah’tan, beğenmedikleri düzen bir Mustafa Kemal yetiştirmişti de vatan kurtuldu. İşte bu akıl erdirene düşünesi bir tecrübe…

Şimdi diyeceksiniz ki ” Eee Paşa da ittihatçı değil miydi?” Atatürk ittihatçı mıydı, değil miydi tartışmalarına tarihin verdiği en güzel cevap, mason locaları da dahil olmak üzere paşanın bir dönem neredeyse tüm oluşumlara destek vermiş olduğudur. Bunun  tabi olarak farklı nedenleri vardır . Dahiyane zekasıyla dahilerin yetiştirmiş olduğu bir siyasetçi örneğidir. O yüzden halkı iyi tanır ve tabiri caizse halkın nabız müdessiridir. Başlayan büyük halk hareketi ve Halife buyruğudur diyerek kurtuluş savaşının temelleri. Ve savaş…

Kim savaştı?

Alevisi, Kürdü,Türkü vs. Tüm halk ile birlikte Muhalefet yıkmanın kolay yapmanın zorluğunu tecrübe etmiş oldu.

Bu denli zaferler büyük liderlerin sayesinde olur diyerek, yaptığı her şeyi günümüze taşıyarak, ta o günden ; o günün koşullarıyla yapılmış olan tüm yasaları 100 yıl daha uygularız demek gericiliğin ve bağnazcılığın ta kendisi olmaz mı. Kendisi olsa böylemi yapardı? İlke ve inklaplar da dahil. Örneğin  Yasada bulunan şapka inkılabı bugün ne kadar uygulanabilir. Kaldı ki yasalar toplumun ihtiyacına göre belirlenir. Bu gayet tabi ve demokratik dir. Demokrasinin faydaları ve zararları gibi zaaflari da olacaktır elbet. Şöyle ki anayasa daki tüm bu yasalar halka fert fert dokunamayabilir. Doğaldır… İşte bunu dengelemek için demokratik düzende muhalefet vardır ve olmalıdır.

Şimdi bu muhalefet olmanın verdiği ve hatta muhalefet olsun olmasın demokratik hak olan  eylem yapma hakkında konuşalım. Bu eylemleri yapan kim?

Dini, dili fark etmeksizin mevcut düzene muhalif, kaygıları olan halk. İşte bu halk, anayasal hakkını kullanarak eylemlerini yapıyor. Burada biraz karmaşa başlıyor.

Bu demokrasi ne kadar garip bir şeydir ki, demokratik bir hakkı kullanmak için diğerini görmezden gelmeniz ve belki de çiğnemeniz gerekebiliyor. Şöyle ki; eylem yapabilme özgürlüğünüzü devletin izin verdiği yerlerde değil de istediğiniz yerlerde kullanma hakkının talebi başlayabiliyor. İnsan düşünmüyor değil; bu demokrasi sınırsız mıdır, sınırlı mıdır ya da sınırlandırıla bilir mi? İstediğim yerde istediğim eylemi yapabilmem ve bunun süresi için yasaları da tanımamam ne kadar doğru olabilir. Bunu Mustafa Kemal Atatürk’ ün koyduğu yasayla ya da 80 yasasıyla nasıl yapabilirdim. Demek ki revizyon lazım.

Hepimizin bildiği gibi bir hak istenirken başkalarının hakkını çiğnemek demokrasiye antipati kazandırır. Bunun için de memnun olmasanız da mevcut yasaları uygulamanız gerekir. Evet, eğer böyle olursa süreç doğaldır. Belki sancılı olur ancak en demokratik yolu budur.

Doğal ve demokratik olmayan diğer yollar anarşi doğurur. Anarşi ortamlarından o ülkenin halkından başka herkez faydalanır. Bu anarşi devam etsin diye ajanlar çoğalır ve yerli, cahil provakatörler doğar. Bu ajan ve provokatörler birbirlerine sarılır. Bu anarşiden en fazla halk zarar görür ve halkı besleyen kardeşlik suyu çekiliverip kitlesel çatlamalar baslar. Bu çatlamanın sonunda is yıkıma kadar gider. İşte bu sonuçta da üzücü hiç düşünmek istemediğimiz farklı konular ortaya çıkıyor. Türkiye de de ismi değiştirilerek gerçekleştirilmek istenen Arap baharında gelen gidenden daha mı iyi ve demokratiktir olacaktır tartışılır. Burada düşünülmesi gereken bir diğer şey; sistemi düzenlememiz mi yoksa mevcut sistemdeki kişileri değiştirmemiz mi… Ve bu milletİN muhalefeti şunu da bir düşünsün;

Demokrasi elbisesini her halkın bedenine göre dikmek gerekir. İşte bu konuda millet olarak ya terzi siz olursunuz yada birileri size bu kıyafeti diker. Bu nedenlerle başından beri söylediğimiz ve istediğimiz, yıkıcı olmayan, tarihten ve dünyadan ders alan muhalefetlerin özlemi içerisindeyiz. Kendi milletin değerlerine sırtını dönmüş, muhalefetliği bile batıdan öğrenen ve onların istediği kadar muhalif olan muhalefetlerin değil…