‘Her şey geçer hayat kalır.‘ der Ortaçgil. Günlerdir elimizde neyin kaldığına bakıyorum ara ara. Kalanları ne denli hatırladığımıza bakıyorum. Çünkü bir şeyin kalıcı olması için hatırlanması gerekir. Hatırlanmalıdır ki detaysız da olsa bir eskiz gibi çizgisel ve gölgeli olsun.

Tarihin sayfalarına kazıyarak ekleyeceği patlamanın üzerinden 5 gün kadar geçmiş oluyor bu yazıyı yazarken. Ve daha nice bombanın üzerinden aylar geçiyor. Parçalanan bedenler, uzuvlarını yitiren insanlar, patlamanın bıraktığı izler…

Hafızamıza kazınması için yaşamak mı gerekir? Yoksa hissetmek sadece vicdanla mı ilgilidir?

Tüm bunlara rağmen birileri şiirler yazar, resimler çeker, ayrılır, aşık olur, kitaplar okur. Akış bir şekilde devam eder. Etmek zorunda kalır. Sürekli hatırlamak vicdanı eylemsel bir çabaya sürükler. Sürüklendikçe yaşamak ağırlaşır. Korkular daha da büyür. Tıpkı gözlerimizde büyüyen şehirler gibi.

Ama bir şekilde bu da biter. O şiir yazan, resim çeken, aşık olan, kitap okuyan, çalışan çabalayan insanlarda ölür. Belki de bir bombanın parçası saplanır kafatasına, iç organlarına. Onu hayattan koparıp götürür. İnandırıldığımız bir inanca göre de iyi bir yerdedirler. Ama göremeyiz, göremem.

"Martsa eğer ve hayatsa yaşadığımız"
“Martsa eğer ve hayatsa yaşadığımız”

“Ne olur bitse şiirler

Ya da gitse bir kadın

alıp ilhamını

Yine de patlar bombalar

Yine de sevişir kediler

Martsa eğer

ve hayatsa yaşadığımız”

Taksimde İtalyan Konsolosluğuna çıkan dar ve yokuş aşağı olan o sokakta, duvarda yazıyordu bu satırlar. Bir eskizi hatırlatır gibi duruyordu duvarda. Çizgiselleşen binlerce acı, ölüm, aşk bir eskizi anımsatıyordu. Anımsattıkça çoğalıyordu kaygılar. Umut bir yerden sıyrılmayı bekliyordu.

Hafızamıza kazınması için yaşamak mı gerekir? Yoksa hissetmek sadece vicdanla mı ilgilidir?
Hafızamıza kazınması için yaşamak mı gerekir? Yoksa hissetmek sadece vicdanla mı ilgilidir?

Duvarları yazılarla dolduruyorduk. İçimizde şiddetlenen derinliği atıyorduk sokağa. Çünkü sokak senindi, benimdi, bizimdi. Yazdıkça özgürleşecektik. Yazdıkça tutsaklığımız sevişmenin ötesine gidecekti. Biz olacaktık. Ben sen, sen ben olacaktık. ‘Eskiz Sokak’ bizi bütünleştirecekti. Bütünleştikçe yaşamın renklerine erişecektik. Sevmeyi öğrenecektik, aşık olmayı öğrenecektik! Gökyüzünü sahiplenmeyi belki de.

Eskidikçe sokaklar yazılar kalacaktı; belki aylar sonrasına belki yıllar sonrasına. Ama yazılar hep kalacaktı. Eskidikçe eksilmemeye çabalayacaktık. Eskizleşecekti yazılarımız. İçlerinde binlerce gölge kabaracaktı. Sokak eskizleşecekti. Sokak bizim olacaktı. Bir kadın yine gidecekti ve şiirler yine bitecekti ama biz hep umut edecektik. Her şeye rağmen umut.

PAYLAŞ
Önceki İçerikAmerican Beauty: Bir Ailenin Çöküşünün Hikayesi
Sonraki İçerikBisiklet
Bensu Buket Osmanoğlu
1995 yılında Kars'ta doğdu. Üniversiteyi İstanbul'da okuyor. Keman çalıyor, tiyatroyla ilgileniyor. fotoğraf çekiyor, bir de kitap yazıyor ama henüz kitabı yazım aşamasında :)