Kenarda yıgın halinde durur, kırt kırt

kırt sesleriyle yavasca yükselir…

nedir, kimdir diye soracak degiliz elbette

zaten tanıdıgımız bildigimiz kırk yıllık A4,

tüm olup bitenlerin birinci dereceden

tanıgıdır.

 

Bize anlatan odur.

 

Bu gerçek, böylece bilinsin.

 

Iyi bir anlatıcıdır, taraf tutmaz.

Tusların basım hızıyla kimi yerde

delinir, kimi yerde hafifler harfler…

yüzeyde hiçbir zaman homogen

bir leke sahibi olamaz A4.

Bazılarında sigara yanıgı, kimisinde cay

bardagı lekesi, tipex izleri, damlalar,

öf pöf sesleri, ilham yayılan suratlar,

kızgın bakıslar, cogu zaman kırıstırılıp

yerlere atılmıs bir sürü top–bunlar bir türlü sepete

cop sepetine giremez nedense…

Velhasıl, herbir topun üstünde bütün bunlar

ve daha bircok yazılmamıs öykü yer alır.

 

Not: Daktilonun en iyi arkadasıdır.

 

Kapı gıcırdayarak acıldı, A4 ucundan

hafifce havalandı.

Nereye gittigini bilen hızlı adımlar

odayı çabucak katetti,

daktilonun oturdugu masanın dibindeki

çöp sepetinin yanında zınk diye durdu.

Sepeti karıstırmadı, sadece icindeki

burusturulmus kagıtlara bir süre baktı.

Dogruldu. Masayı dikkatlice gözleriyle taradı,

döndü, kapıya gitti, kapının kulpuna bir süre

baktı, açtı ve çıktı.

Odada sadece 4 dakika geçirmisti.

 

A4 olayı kaydetti.

 

Aynı anda çöp sepetindaki burusuk A4 ler

aralarında konusmaya basladılar.

Her birinin üstünde yazılı olan cümle ilk

bakısta aynı gibiydi ama degildi.

O nedenle burusukların her biri yazılmaya

baslanan yazının gidisatı ile ilgili farklı

görüsler ileri sürdü ve öyküyü her biri

farklı sonlandırdı.

 

Cümleler böyleydi:

  1. Cok erken ve ılık bir sabahtı.
  1. Ilık bir sabahtı, çok erkendi.
  1. Sabah ılık, saat erkendi.

 

Cok erken ve ılık bir sabahtı.

Pencere ardına kadar açıktı, bahceden hiç ses

gelmiyordu.

Bu sessizlik onu tedirgin etti, aniden

yataktan fırladı. pencereye gidip dısarı

baktı.

Ürkütücü bir sessizlik sarmıstı bahçeyi,

zaman durmustu sanki. Bu düsünce aklından

geçince dönüp saate baktı.

Saatin gövdesinde hiçbirsey yoktu.

Ne rakam ne de akreple yelkovan. Hiçbir þey,

sadece bombos bir kadran…

Ödü koptu.

 

Ilık bir sabahtı, çok erkendi.

Üsüdügünü hissetti ve çarsafı üstüne çekmek

istedi ama çarsaf yoktu.

Gün henüz agarmamıstı. Aslında soguk degildi,

enfes  ılık bir esinti vardı

tülü hafifçe havaladıran ama üsüyordu iste.

Tülün havalanması aniden durdu.

 

Sabah ılık, saat erkendi.

Birazdan insan gürültüleri yavastan

baslayacaktı.

Konusmalar, homurtular, fincan sakırtıları,

dus sesi, çarpan kapılar…

Bunlara tutulmamak için fırladı, hafif bir

tshirt geçirdi, hemen dis fırçasını alıp

fırladı.

Su her zamaki gibi iplik seklinde akıyordu.

Fırcalamaya basladı, daha iki kez fırçayı

sürmüstü ki,

 

Burusuk kagıtlar durdular ve A4’e döndüler.

 

Saz, A4 de

 

Gutenberg iyiydi hostu ama epeyce de dalgındı. Iyi bir adamdı.

Ben o zaman tam olarak A4 olamıyordum,

kesimden mesimden dolayı biraz farklı

ölçülerde olabiliyordum.

Ama Gutenberg aldırmazdı,beni sever,hepimizi bir araya getirip itinayla istif eder, elleriyle her baskıdan sonra oksar, düzeltirdi.

 

Bir gün mühim bir sipariþ aldı. Bir Incil.

1450 ler…

Ortalıkta hattatların yazdıgı tahta kalıplar, Pi sheng’in porselen hurufatları filan

yüzyıllar icinde kol gezerken aniden durup

“tek tek metal harflerle yüksek baskı

yapsak daha iyi olmaz mı Fust?”

diyerek ortagına dönüp bakan ilerici bir

adamdı Gutenberg..

 

O günden yaklasık üçyüzyıl kadar sonra ülkemizde bir bey de bu islere

soyundu ama bizlerde okumak diye bir konsept olmadıgından adam mecburen lugat bastı.

 

Bir A4 olarak beni ennn mutlu eden olaylardan biri de söyle afilli italik hurufat ile yazılmıs muntazam bir metnin gövdemde yer alması,cümle baslarının büyük harf ile baslaması filan gibilerden derbederlige

son veren hosluklar oldu.

 

Söyle ki,

Safaratlar Osmanlı toprklarına geldiler,

bir yıl sonra da matbaa kurup sakır sukur baskılar yapmaya basladılar.

Ilk hurufatı, sayfa düzeni, folyo isaretleme teknigi, metnin bas harfinin büyük harfle belirtilmesi gibi yenilikleri matbaa

sanatına kazandıranlar ;

1530 da Italya yolu ile gelip Istanbula yerleþen SONSINO ailesi oldu.

 

Hatta Sonsinolar hızlarını alamadılar,

öyle bir Tevrat bastılar ki,

bugün asla yapamazsınız. Meraklısı bu müthis olayı merak edip ögrensin derim ben, sahsen!

 

A4 dedigin muntazamlık sever (y.n)

 

Tamam kagıdız da, matbaa isine fazla daldsk galiba. Asıl konu, ben kagıdın hangi ormanın uzantısı oldugumdur.

 

Iste tam o sırada, en sevdigi agaca sırtını yaslamıþ vaziyette bunları yazıyorduyken…kursun kalemin ucu kırılıverdi.

 

Ah, agacım bana kızdi diye içinden geçirdi.

Niye kızsın, ne yaptım ki? Evet, kızıyorum tabii…bir kelime yazıp burusturuyorsun,  bir kenara atıyorsun.

Kalemi de cok fazla yontuyorsun,igne gibi olması sart mı bu ucun, neticede yazı yazıyorsun, ası yapacak degilsin!

 

Kalemin ucundan çıkan ısık, ısık hızıyla kagıdı deldi, topraga agacın sözlerini yazdı.

Kagıt çocuk korkmadı gerçi, sırtı hala en sevdigi agaca yaslı duruyordu. Hafif kımıldandı, üstünü basını düzeltti, yazısına devam etti.”Ası”dan bahsetmisti agaç, ası dedigin seni birseye

bagısık kılardı, neyin asısını yaptıysan ona yakalanmazdın çünkü ası seni hastalanacagın mikrobu vererek koruyordu.

 

Burada yaman bir çeliski gördü kagıtçocuk, nasıl yani dedi içini çekerek. Yani simdi ben bir kagıtcocuk olarak burusup

kırısmaktan,yırtılmaktan korunmak için azıcık kırısıp birazcık burusup yırtılmalı mıyım zaman zaman?

 

O zaman güpgüzel kagıtlıgım gider, çocuklugum da gıcırlıgını

kaybeder?? ne ne anladım ben bu isten?

Agaç bin pisman oldu bu ası konusunu açtıgına ama is isten

geçmisti, kagıtçocuk karalar baglamıs, kalem elinde kımıltısız oturuyordu.

 

Agaç, hadi yeni bir giysi çiz kendine dedi, þöyle afili birsey olsun,

kocaman rengarenk dügmeler çiz, onlar çiçeklerdir, gökyüzü çiz ve

istedigin renkte boya, çıplak ayaklarını çiz ve git suya bas ki

yumusacık olsunlar, sonra topraga bas, yazının üstünde gez…

Kalemin ucunu güzelce yont, sipsipri olsun ki sen yerdeki kum tanelerini eteklerine çizebil…

 

Sonra aksam olunca yeni elbiseni güzelce düzelt, agacına sırtını iyice daya, gözlerini kaldır yıldızlara iyi geceler dile ve hafiiif rüzgarın eteklerinde gezerken çıkarttıgı küçük hısırtıların ninnisiyle tatlı bir uykuya dal, e mi kagıtçocuk…

 

Kagıtçocuk bütün bunları aynen yaptı ve hep yaptıı.

O yüzden hep güpgüzel ve gıpgıcırçocuk olarak kaldı.

 

Daktilo içini

çekti.

Hangi birini anlatayım dedi.

 

PAYLAŞ
Önceki İçerikSelçuklu ve Osmanlı’dan Cumhuriyet Dönemi Eserlerimizin Analizi
Sonraki İçerikAdalet Haberlerini En Güncel Şekilde Takip Edin
Ayşe Ataman
1950 İstanbul doğumludur. Özel Kadıköy Kız Koleji, Y. Dekoratif Sanatlar Bölümü Grafik Ana Sanat Dalı (M.A) ve DGSA (İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi) mezunudur. Kreatif direktör olarak uzun yıllar çalışma hayatı oldu, büyük başarılara imza attı, ödüller adı. 2012 yılı sonrasında Proje danışmanlığı, kurumsal İK projeleri, pazarlama iletişimi proje tasarımı gibi çalışmaları oldu.