Eleştirilerle Attilâ İlhan

1
1205
Eleştirilerle Attilâ İlhan

Attilâ İlhan’ın seveni olduğu kadar, eleştireni de var. 12 Eylül döneminde yazdığı şiirlere yer verilen kitap, Korkunun Krallığı’nda Attilâ İlhan şiirleri ve yazıları üzerine yazılmış bu eleştirilere de yer verilmiş. Biz de diğer şairler ve eleştirmenler gözünden bir bakalım dedik. Öncelikle dönemin büyük eleştirmenlerinden olan, Nurullah Ataç’ın eleştiri yazısına kısaca bir göz atalım. Keyifli okumalar..

Bilmeyenler için yazıya girmeden önce küçük bir bilgilendirme yapalım. Nurullah Ataç, dil ustası olarak anılır. Türkçenin özleşmesinde öncülük etmiştir.

“Bir Ozan” Attilâ İlhan

Cumhuriyet Halk Partisi ozanlar yarışmasına gönderilmiş yırlar(şiirler) arasında öden(mükâfat) almağa değerli bulacaklarımızı seçmek için toplanmıştık. Behçet Kemal Çağlar okuyor, biz de dinliyorduk. Attilâ İlhan’ın “Cebbar Oğlu Mehmet” koçaklaması okunurken çoğumuz bir doğrulduk:

“Rivayet şöyledir kim:

Dumanlı bir güz akşamı

Şu mor dağlar efendim

Destur demiş de yürümüş,

Silkinip kalkmış ayağa.”

Tanımıyorduk kendisini. Ancak kim olursa olsun, kaç yaşında olursa olsun, bu Attilâ İlhan’ın güzel deme nedir kavramış bir kişi olduğu belliydi. Sekiz yargımandık(jüri), yanılmıyorsam altımız, ikinci öden için oyumuzu ona verdik.”

Attilâ İlhan’ı ilk görüşünü böyle anlatan yazar yine de sadece bir şiir ile bir şairin değerini belirleyemeyeceğini düşünür ve bekler. Şairin Duvar kitabı yayınlandığında ise artık üzerinde düşünebileceğine karar verir.

Duvar’da sevdiğim yerler de var, sevmediğim yerler de. Attilâ İlhan, Anadolu deyişlerine özenince içinde Türkçe olmayan tilcikler(kelimeler) bulunsa bile seviyorum dediklerini. Doğrusu, bunu tellim(daima) başaramıyor, güzel güzel giderken bir de bakıyorsunuz şaşırıveriyorlar, o konuşma sözleri arasına, o toprak kokan sözler arasına birtakım betik sözleri karıştırıveriyorlar.

“Şimdi bir türkü yakılmaz mı adına

Dal boylu, dalyan vücutlu çilekeş Ümmühan’ın?

Pehlivan ile birleşmiş macerası.

Birinin bağrı oyulmuş, diğeri üryan kılınmış,

Derken ağızdan ağza yayılmış türküsü…”

Vücut, macera, diğer gibi tilciklerin ne yeri var burada? Demek istediğim yanlış anlaşılmasın: o tilcikler öz Türkçe olmadıkları için yadırgamıyorum. Üryan da Türkçe değildir, gene de işlemiştir tüzün diline. Vücut, macera, diğer ise işlememiştir. Oysaki Attilâ İlhan o çizekleri aldığım yırını tüz dille yazmağa özenmiştir.”

Attilâ İlhan’ın yazdığı şiirlerden daha birçok örnek gösteren yazar, şairin Amerikalı şair Whitman’ a benzetmektedir. Şiirlerinde onun etkisinin izlerini görür gibi olduğunu söyler.  Şairin kusurlarını görmezden geldiğini belirten Nurullah Ataç, Anadolu esintilerini gördüğü şiirleri beğendiğini dile getirir.  Ve yazısını birkaç notla neticelendirir;

“Duvar’da beğenmediğim, sevmediğim yerler de oldu. Yırların birkaçını, örneğin, betiğe adını veren “Duvar“ı biraz karanlık buldum, onda da okuyanı sarıveren sözler yok değil, ancak bütünü ışıksız kalmış… Betiğin üçüncü bölümü, “Aşka dair şarkılar”… Attilâ İlhan bunlarda da sevgilisiyle baş başa kapanmıyor, gene kişi oğul sevisinden, özgürlük dileğinden ayrılmıyor; yalnız şu var ki bunlarda ozanlığı bırakıp, anadolu dilini bırakıp ozansılığa(şairaneliğe) özeniyor. Bir yırında şöyle diyor;

“Saçların örülmüş, örülmüş olsun

Ve beyaz ellerin geceye çıplak.

Porselen tabakta yıkanmış kayısılar.

Yere düşmüş bu kitap, bir şiir kitabı.

İçinde hürriyetten bahseden mısralar.”

Bir başka yerde de;

“Saatler gelip geçerken başımızdan

Usul usul tül yelkenli gemiler…”

gibi…

Bunları okuyana artık Whitman’ı, benim gibi Attilâ İlhan’ın da sevdiğini sandığım daha başka şairleri değil, Fransızların şu tüyler ürpertici Samain’leri, Paul Geraldy’leri yok mu? İşte onları andırıyor. ‘’Tül yelkenl gemiler’’, ‘’yıkanmış kayısı dolu porselen tabakların yanında yere yuvarlanmış koşuk betikleri’’ düşünecek olduktan sonra ‘’Çukurova’nın nihayetinde(neden ta bir ucunda değil de nihayetinde?)

“Tutturmuşlar cümle ufku, pervasız

Yücesinde kuş barınmaz Gavurdağları.

Uçma şahan, uçma garip düşersin,

Maraş’tan bu yana geçit bulunmaz.

Bu dağlar Gavurdağlarıdır.

Karşı durulmaz.”

gibi sözleri neden söylemeli?

Attilâ İlhan’ın ozansılıktan günden güne kurtulacağını, dilini daha yalınlaştırıp olgunlaştıracağını, belki de büyük koçaklamalar(destanlar) yazmağa özeneceğini sanıyorum. Şimdiden şunu söyleyebiliriz; onda öyle işlere girişeceğini, girişince de başaracağını umduran bir güç seziliyor, erkekçe bir ses duyuluyor. Yeni ozanlarımızın iyilerinden biri diye sayabiliriz.’’

Bir sonraki eleştiri yazısı da Ümit Yaşar’a ait. Zamanın büyük şairlerinden olan Ümit Yaşar, Attilâ İlhan’ı çok cephecilikle eleştirmiştir. Sanatına politik fikirlerini işlemiş olması, yazarın hoşuna gitmemektedir. Uzunca bir yazı yazıp, çoğu şiirini tahlil etmiş ve bir sonuca varmıştır. Kısaca tenkitlerine bir  göz gezdirip, neticeye geçelim.

"Topyekûn Attilâ İlhan"
“Topyekûn Attilâ İlhan”

“Topyekûn Attilâ İlhan”

“…Attilâ İlhan çok cepheli, fakat durulmamış bir şairdir. Durulmasını beklemek de kanaatımca boş olur, o daima böyle bozbulanık akmakta devam edecek ve bir gün cılız bir nehir gibi yatağında kuruyup gidecektir. Bu peşin hüküm ağır ve biraz da insafsızca olmakla beraber; şair hakkında zamanın ve vicdanların vereceği hükümlerden daha munis ve daha iddiasızdır. Ben hiç değilse, Attilâ İlhan’ın şairliğine inanmış bir insandım, inanamadığım ve sevemediğim onun garip ve modası geçmiş fikirleri ve şariliğini bu fikirlere feda edişidir. Esasen bir yazısında ‘’Biz Marksistiz, edebiyat işleriz.’’ Diyen, diyebilen bir şairden şairliğini her türlü politika oyunlarından ve ideoloji çığırtkanlıklarından üstün ve münezzeh tutması beklenemezdi.”

Atilla İlhan’ın Sosyal Realizm adı altında yazdığı şiirlere de bir eleştirisi olmuş yazarın;

“…Bir Sosyal Realizm’dir tutturmuş gidiyor… İnsanın sen bir garip kişin nene gerek senin Sosyal Realizm’ler, Marksizsm’ler diyesi geliyor. Kendine sorarsanız bu her şeyden evvel Atatürkçülüktür!..”

Uğrunda şairliğini feda ettiği ve çığırtkanlığını yaptığı bu davanın Atatürkçülükten ne kadar uzak olduğunu şairin kendi mısralarında görmek kabildir.

Attilâ İlhan’a göre Türkiye sefalet, işsizlik ve esaret içinde bir yerdir.

“Sayende sayeban olduk İstanbul şehri

Sayende sebil olduk aç kaldık sefil olduk

Sefalet akıyor gürül gürül sokaklardan

Yol üstünde bir şehvet çarşısı tıklım tıklım

Yol üstünde sevda pazarlığı aşk pazarlığı

Kurtulamadık gitti bu denlü kepaze hayatından

Sağımız sefalet solumuz ölüm,

İşte geldik gidiyoruz

Kahrolasın

Kahrolasın İstanbul şehri”

Bu kabil satırları çoğaltmak mümkün. Fakat yukarıdaki misalden de şairin Türkiye’yi nasıl bir atmosfer içinde gördüğü ve göstermek istediği kolayca anlaşılabilir. Bugün için ‘’Türkiye’mizin hiçbir noksanı, derdi yoktur. Türkiye günlük gülistanlık bir yerdir.’’ Demek ne kadar safdillilikse, onu tamamen aç, fakir, dirliksiz, düzensiz ve hürriyetsiz göstermek de o kadar insafsızlık olur. Sosyal Realizm dediğinin hiçbir zaman Atatürkçülük olmadığını Attilâ İlhan da bilir, fakat itiraf edemez. Çünkü o büyük adamın ismiyle ideolojisini maskelemektedir. Diğer taraftan Attilâ İlhan ifratla tefrit arasında bocalayan, realitelere gözlerini kapamış bir şairdir.

“…Reel Sosyalizmi Sosyal Realizm adı altında benimseyen Attilâ İlhan evvela kendisini, sonra etrafında toplananları aldatmakta, başkaları tarafından istismar edildiği gibi, başkalarını istismar etmeğe çalışmaktadır. Bu gayesinde ne dereceye kadar muvaffak olacaktır bilinmez. …’’

Attilâ İlhan’ın dilini, şiirlerindeki temalarını, ideolojisini birçok yönden eleştiren yazar, yazısını bir neticeyle sonlandırır;

“…Bütün bu yazdıklarımdan sonra Attilâ İlhan’ın yarına kalacak gerçek ve usta bir şair olmadığını söyleyebilirim. Kendisinde de şairlik vasfı az çok mevcut olmakla beraber ifade ve şiiriyet bakımından daha zayıf oluşu yarına kalmasına mani teşkil edecek sebeplerin başında gelmektedir. Bu arada bazı güzel şiir ve mısraları varsa da, Attilâ İlhan şiir adı altında bütün yazdıkları ile mütalaa ve tahlil edilecek olursa; hüküm ve netice biraz acı ve aleyhinde olacak.”

Fikir yazıları ve tenkitleri ise hiçbir zaman müptedi bir yazarın basit kalem denemeleri mahiyetinden öteye geçememekte ve sosyal realizm diyerek bağlandığı davanın acemice çığırtkanlığını intibaını vermektedir.

Attila İlhan "Korkunun Krallığı"
Attila İlhan “Korkunun Krallığı”

Attilâ İlhan’ın Romancılığına gelince

Sokaktaki Adam güzel bir roman sayılabilir. Attilâ İlhan’ın, kuru ve sevimsiz şiirlerinin yanında, bir roman tekniğine sahip olduğunu söyleyebiliriz.

Bir zamanlar şairliğine inandığım Attilâ İlhan’ı kötü bir şair olarak yermek ne kadar acı ise, iyi bir romancı olarak takdir etmek de o kadar yerindedir.

Sokaktaki Adam’ın romancılık tekniği bakımından tenkidi bana düşmez, ben sadece lalettayin bir okuyucu olarak onu hazla okuduğumu söyleyebilirim. Attilâ İlhan’ın kendisini tamamen romancılığa vermesi kanaatimce en yerinde hareket olacaktır.

Sokaktaki Adam sağ olup da Sisler Bulvarı’ndan geçse idi, kendi haline muhakkak kendisi de ağlar ve sisler bulvarına lanet ederdi.

Korkunun Krallığı

Korkunun Krallığı’nda daha birçok yazarın ve şairin eleştirileri bulunuyor. Daha kapsamlı bir şekilde görmek isterseniz eleştirileri kitapta bulabilirsiniz. Ve tabii ki Attilâ İlhan’ın da çok güzel şiirleri yer almakta kitapta. Ben de bu yazımı Attilâ İlhan’ın en sevdiğim şiiriyle bitirmek istedim.

İstanbul Ağrısı

Kanatları parça parça bu ağustos geceleri
Yıldızlar kaynarken
Şangır şungur ayaklarımın dibine dökülen
Sen
Eğer yine İstanbul’san
Yine kan kopuklu cehennem sarmaşıkları büyüteceğim
Pançak pançak şiirler tüküreceğim
Demek yine ben
Limandaki direkler ormanında bütün bandıralar ayaklanıyor
Kapı önlerinde boyunlarını bükmüş tek tek kafiyeler
Yahudi sokaklarını aydınlatan Telaviv şarkıları
Mavi asfaltlara çökmüş
Diz bağlıyor
Eğer sen yine İstanbul’san
Kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan
Sirkeci Garı’nda tren çığlıklarıyla bıçaklanıp
İntihar dumanları içindeki Haydarpaşa’dan
Anadolu üstlerine bakıp bakıp
Ağlayan
Sen eğer yine İstanbul’san
Aldanmıyorsam
Yakaları karanfilli ibneler eğer beni aldatmıyorsa
Kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
Yine senin emrindeyim
Utanmasam
Gözlerimi damla damla kadehime damlatarak
Kendimi yani şu bildiğim Attila İlhan’i
Zehirleyebilirim
Sonbahar karanlıkları tuttu tutacak
Tarlabaşı pansiyonlarında bekarlar buğulanıyor
İmtihan çığlıkları yükseliyor üniversite’den
Tophane İskelesi’nde diesel kamyonları sarhoş
Direksiyonlarının koynuna girmiş bıçkın şöförler
Uykusuz dalgalanıyor
Ulan İstanbul sen misin
Senin ellerin mi bu eller
Ulan bu gemiler senin gemilerin mi
Minarelerini kürdan gibi dişlerinin arasında
Liman liman götüren
Ulan bu mazot tüküren bu dövmeli gemiler senin mi
Akşamlar yassıldıkça neden böyle devleşiyorlar
Neden durmaksızın imdat kıvılcımlari fışkırıyor
Antenlerinden
Neden
Peki İstanbul ya ben
Ya mısralarını dört renkli duvar afişleri gibi boy boy
Gümrük duvarlarına yapıştıran yolcu abbas
Ya benim kahrım
Ya senin ağrın
Ağır kabaralarınla uykularımı ezerek deliksiz yaşattığın
Çaresiz zehirler kusan çılgın bir yılan gibi
Burgu burgu içime boşalttığın
O senin ağrın
O senin
Eğer sen yine İstanbul’san
Yanılmıyorsam
Koltuğumun altında eski bir kitap diye götürmek istediğim
Sicilyalı balıkçılara Marsilyalı dok işçilerine
Satır satır okumak istediğim
Sen
Eğer yine İstanbul’san
Eğer senin ağrınsa iğneli beşik gibi her tarafımda hissettiğim
Ulan yine sen kazandın İstanbul
Sen kazandın ben yenildim
Kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
Yine emrindeyim
Ölsem yalnız kalsam cüzdanım kaybolsa
Parasız kalsam tenhalarda kalsam çarpılsam
Hiç bir gün hiçbir postacı kapımı çalmasa
Yanılmıyorsam
Sen eğer yine İstanbul’san
Senin ıslıklarınsa kulaklarıma saplanan bu ıslıklar
Gözbebeklerimde gezegenler gibi dönen yalnızlığımdan
Bir tekmede kapılarını kırıp çıktım demektir
Ulan bunu sen de bilirsin İstanbul
Kaç kere yazdım kimbilir
Kaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken
1949 Eylül’ünde birader mirc ve ben
Sokaklarında mohikanlar gibi ateş yaktık
Sana taptık ulan
Unuttun mu
Sana taptık.

1 YORUM

  1. Eleştiri mi ? hakaret mi kestiremedim. Sevgili Atilla İlhan’ı böylesine dümdüz bir mantık çerçevesinde incelemek ruhsuzluktan öte ışık yoksunluğudur. Atilla İlhan dizelerinde gerçeği yansıtmıştır. Bu eleştiri yazısını açıkçası düz mantıktan öteye gidememiş buldum.