Yazıya öncelikle biraz terimsel izahatla giriş yapmak sanırım faydalı olacaktır. Çünkü Elif romanı için ‘soap opera’ demem açıklamaya ihtiyaç duyuyor.

Soap opera, Türkçe’ye ‘’sabun operası’’ şeklinde çevrilebilir. Tabii bu bir mecazî yakıştırmadır. Fakat mecaza mecaz eklendi ve sabun operası değil de ‘’sabun köpüğü’’ tabiri, Türkiye’deki pembe diziler için kullanılmaya başlandı.

Pembe diziler, ilk olarak İtalya’da hayat bulmuş, sonra Fransa’ya, oradan özellikle Latin Amerika ülkelerine sıçramış, Türkiye’de de bir dönem oldukça popüler olmuş, –ki hâlâ popüler- genelde düşük bütçeli, az mekânlı, basit olay örgüsüne sahip melodram yanı oldukça ağır dizilerdir. Öyle ki 90’lı yılların ortalarında Rosalinda’lar, Maria’lar, Manuela’lar fırtınalar estiriyor, adeta evlerin rutin misafirleri oluyorlardı. Melodram yanlarıyla ve göze hitap eden güzel kadın-yakışıklı erkek oyuncularıyla büyük izleyici kitleleri ediniyorlardı.

Brezilyalı olan Paulo Coelho, eserlerinde Latin Amerika çoğrafyasının durgunluğunu ve misitik havasını yansıtır.
Brezilyalı olan Paulo Coelho, eserlerinde Latin Amerika çoğrafyasının durgunluğunu ve misitik havasını yansıtır.

Peki, bu soap opera dizileriyle Paulo Coelho’nun Elif romanı arasındaki ilişki nedir? İlişki oldukça derin. Çünkü Paulo Coelho’nun roman karakterleri ve edebî dili pembe dizilerin karakterleriyle ve örgüsüyle aynı kaynaktan besleniyor. Kendisi de bir Brezilyalı olan, eserlerinde o coğrafyayı işleyen, coğrafyanın o durgunluğunu, mistik havasını da vermekten geri durmuyor Coelho. Soap opera dizilerinde mistik hava, melodramla verilir. Ağır ağır akan müzik izleyicide bir dinginliğe, beyin yorgunluğunu boşaltmaya etki eder. İzleyici olayın örgüsünü takipte zorlanmaz, çünkü olay örgüsü zaten basittir. Paulo Coelho’nun genelde edebî dilinde, özünde ise Elif romanında olay örgüsü basit ve durağan olmakla kalmıyor, mistik hava da Asya gizemciliği ve Hıristiyan söylenceleriyle dolduruluyor. Gizemcilik zaten mistikliğin temel kaynağı, söylencenin/efsanenin kendisi de masalımsı bir tat veriyor, her masal zaten mistiktir. Mit/mitos masaldır, mitoslar zaten mistiktir. Coelho’nun romanlarında bunlar teferruatlı ele alınmaz maalesef, karakterler büyütülürken akış, örgü ve kurgu söndürülür. Böyle olunca da kitap ‘sabun köpüğü’ misali okunup bitince, tamamıyla bitmiş olur. Ne bir koku, ne de bir tat kalır sonraya.

Elif’teki Asya gizemciliği yukarıda da dikkati çektiğim üzere, derinlemesine ele alınmaz. Coelho salt olarak kişisel gelişim kitaplarında sıklıkla rastlanabilecek birkaç öğreti ve aforizmalardan kotarılmış sözlerle ve romandaki Şaman karakter üzerinden yapar bunu. Elif’teki temel unsur ve konu belki de budur: Yeni kitabının tanıtım ve imza törenleri için dünya turnesine çıkan bir yazarın, bu turnenin Sibirya ayağında önce kaldığı oteldeki Hilâl adında bir Türk kadınla tanışması, ardından menajeri aracılığıyla Şaman bir rahiple temasa girmesi… Hilâl, romandaki baş karakter olan yazarı önceki hayatlarında aslında tanışmış olduklarını ikna etmeye çalışır. Ardından baş karakterin Şaman rahibiyle tanışması, romanı bir reenkarnasyon ile Şamanizm etrafında gelişen Asya gizemciliği ile sınırlı kalıyor. Sonra da gelsin ‘’Enerjilerini harca ki dinç kalasın’’, ‘’Öfkeni dışarı atabilirsen tazelenirsin’’, ‘’Gözyaşları ruhun kanıdır’’ şeklindeki pohpohlamalar. Kişisel gelişim kitaplarından fırlamış gibi gözüken bu cümleleri Coelho, Şamanik bir havada vermeye çalışıyor, bu da sırıtıyor hâliyle.

Piedra Irmağının Kıyısında Oturdum Ağladım
Piedra Irmağının Kıyısında Oturdum Ağladım

Bu yavanlık Coelho’nun Piedra Irmağının Kıyısında Oturdum Ağladım romanında da görülür.  Bu romanda da Coelho dikkat çektiğim benzer şeyleri bu sefer münzevi bir hayat yaşayan kilise papazı aracılığıyla sürdürür. İçerikte bu sefer Şamanik öğretiler yerine Hıristiyan bir söylence/efsane vardır.  Coelho yalnız bir aktarıcıdır. Aktarıcı olmanın bir dezavantajı varsa, o da aktarandan ziyade aktarılan olayın kendisidir.

Elif romanını bitirdikten sonra da aklımızda sadece birkaç kısa vecize ve kendimize yakın bulacağımız Türk kızı Hilâl kalıyor. Onun dışındakiler sabun köpüğü misali bitip yok oluyor. Oysa bir kitap tekrar okunma ihtiyacı uyandırıyorsa iyi bir kitaptır. Bir film tekrar tekrar izlenip hâlâ bıkılmıyorsa iyi bir filmdir. Calvino’nun sözü meramımızı iyi anlatacaktır: Klasikler, insanların hiçbir zaman ‘’okuyorum’’ demedikleri, genellikle ‘’yeniden okuyorum’’ dedikleri kitaplardır.