Bir Çocuk Demiş...

“Anne”, dedim. “Sen ne güzel şiirsin öyle…” Herkesin okuduğu ilk kitap annesi… Benimse okuduğum ilk şiir. Şiir gibi kadın annem çünkü, daha uzun olmasını dilediğim tüm şiirler gibi. Korkarım onun da tadı damağımda kalacak…

Dış kapıya bir sarkaç taktırdı, içerisine bir çiçek kondurdu. Bugüne kadar onun bu denli çiçek sevişine tanık olmamıştım. Annem o çiçeğin adını Sude Naz koydu, her gün konuştu, yapraklarını okşadı. Bizim evin küçük kızı Sude Naz, nazenin bir genç kız gibi serpildi gitti. Görseniz, neredeyse yere değmeye hazırlanıyor yaprakları.

Geçenlerde bu çiçekten bahsettim, aslında doğrusu şu, annemin bir çiçeği sevgisiyle nasıl büyüttüğünden bahsettim. Çiçek de ‘hoş laftan anlıyor’ dedim. Biraz da adını bilmediğimizden, ama görenlerin o güzelliğin adını öğrenmek istediğinden falan yakındım. Çok sevgili biri ‘PlantNet’ diye bir uygulama var dedi. Bitkinin fotoğrafını çekiyorsun yaprağından, çiçeğinden, meyvesinden tanıyor hangi bitki olduğunu, çıkarıyor önüne bir yığın sonuç. Çocuksu bir heyecan duydum içimde, anneme adını Sude Naz koyduğu çiçeğin köklerinden bahsedecektim. Eve gider gitmez çektim fotoğrafını tabi. Bizim Sude Naz üç kelime Latince bir isimle çıktı karşıma. Hemen Google’da aramalar falan derken, telgraf çiçeği çıkmasın mı bu?

“Telgrafın tellerine kuşlar mı konar, insan sevdiğine canım böyle mi yanar?” -Bir adam demiş…

Bizim PlantNet bitkilerin Shazam’ı anlayacağın. Hayır utanmasam tek tek bütün bitkileri, bütün ağaçları çekip aslını öğreneceğim, de utanmak yapışmış üzerimize…

“Anne bir çiçek olsaydı eğer, inan onu dikerdik bütün saksılara çocuk…” – Bir kadın demiş…

Keşke insanların da bir Shazam’ı olsa. Gerçi bunu direk gönül işlerine bağlayacak potansiyel var bizim insanımızda, ama bahsettiğim mevzu o değil. Ah bir dinlesen anlayacaksın beni, anlayacaksın da şimdi dışarıda korna çalmakla meşgulsün işte. Neyse, konumuz bu değil! Hani diyorum Shazam’ı olsa insanların. Sesini duyunca ya da PlantNet gibi fotoğrafını gösterince, ne olduğunu anlatsa sana. Adından sanından öteye…

“Bundan adam olmaz!”, dese mesela…

“Bunun ipiyle kuyuya inilmez!”, ya da…

“Kısa kollu gömleğin gücüne inanmasa iyi çocuk aslında…”

Tamam tamam bozmayacağım ciddiyetimi. Derdim insanları tanımayı başaramıyor olmamız. Bitişik nizam evler gibi dip dibe geçirsek de günlerimizi, yıllardır birbirinden kilometrelerce uzaktaymış gibi, tanıyamıyoruz birbirimizi. Yabancılaşıyoruz bir anda, karşımıza çıkan kötü sürprizi karşısında. Ya da o sürprizi yapan bizzat biz oluyoruz. İçimizde bir merdivenin basamaklarını üçer beşer çıkmanın heyecanını, sevincini yaşarken bile acıtıyoruz birbirimizin canını. İyiyken bile kötüyüz, fazlasıyla…

Bu çirkinliğin, bu acımasızlığın, bu kandırışların, bu yanılışların karşısında; bir savaştan sonra memleketine bakışı gibi insanın, bakıyorum etrafıma. Tüm duygularımız yerle bir ve en çok da vicdanımız asılmış bir ağacın dalına. Sanırım en çok da hassas kalpliler tahammül edemiyor, her şeye rağmen yaşamaya. O ilk hayal kırıklığında ölmüyor ya hani, işte ilk o zaman güceniyor dünyaya. Alıp başına gitmeyi diliyor, yaşamın olmadığı bir platforma.

Sonra bir şey oluyor, kaldırımı delip geçen papatya gibi bir şey…

Al diyor, sana here şeye rağmen bir avuç umut getirdim.

Kokla, açılırsın.

“Hem uzaydan geldiğine göre biraz yorulmuş olmalısın…”

-Bir çocuk demiş…

PAYLAŞ
Önceki İçerikGezdim, Gördüm: “Adalar Ülkesi Malta”
Sonraki İçerikİnsan Denen Mucizevi Sanat
Avatar
Eserse yazıyor… Bazen çok da iyi yazıyor. Belki biraz megaloman, yine de sevilesi. Biraz naif, biraz komik, belki biraz da safderun… Her şeye rağmen yaşamayı seviyor. Evet, her şeye…

2 YORUMLAR

  1. ” İyiyken bile kötüyüz, fazlasıyla… ” demişsiniz ya nede güzel ifade etmişsiniz kendinizi… Sözlerinin sonunu duymadığınız, cümlelerinin sonunu duymadığınız da, değiştiririz ya o sonları, değiştiririz ya o hikayenin zaten mutlu şekilde bitmeyecek sonunu, aslında karşı tarafa kötülük yaparız da farkına varmayız. Belki de zaten farkındayızdır ama umursamayız, bilmiyorum!

    “Keşke insanların da bir Shazam’ı olmuş olsa ” demişsiniz ya ne güzel olurdu aslında. Nankörlerin hayatımıza girmesine izin vermemek mükemmel olmaz mıydı?

    Tamam tamam, her bi yazısını severek okuduğum birini bulunca kaybettim kendimi. Şimdi ” Kuş ölür,sen uçuşu hatırla ” diyen füruğ gibi gitmenin, bitmenin, ayrılmanın, kaybolmanın, susmanın, ağlamanın, patlamanın tam da öncesinde söylenen o sözü söyleyip huzurunuzdan gideyim en iyisi…